Bir çocuğun gözünden 28 Şubat

Eğer 28 Şubat’a “Nasıl anılmak isterdin?” yahut “Adına sürülen bu kara leke için ne dersin?” diye sorsaydık “Hakkımı isterim” derdi sanıyorum. Öyle ya hadis-i şerif var: O gün geldiğinde boynuzsuz koyun boynuzlu koyundan hakkını isteyecek… Yıl 1998. Yeşil İmam Hatip Lisesi’nde 8. sınıftaydım. Okulun formasına bağlı kalarak okula başımı örterek gidiyordum fakat sosyal hayatımda başörtülü […]

Yayınlama: 28.02.2021
9.219
A+
A-

Eğer 28 Şubat’a “Nasıl anılmak isterdin?” yahut “Adına sürülen bu kara leke için ne dersin?” diye sorsaydık “Hakkımı isterim” derdi sanıyorum.

Öyle ya hadis-i şerif var: O gün geldiğinde boynuzsuz koyun boynuzlu koyundan hakkını isteyecek…

Yıl 1998. Yeşil İmam Hatip Lisesi’nde 8. sınıftaydım. Okulun formasına bağlı kalarak okula başımı örterek gidiyordum fakat sosyal hayatımda başörtülü değildim.








O zamanlarda da İmam Hatip Liseleri pek de sevilen okullar değil elbette fakat sanıldığı gibi ölü yıkamayı filan da öğretmiyorlardı.

Bir gün okula gittiğimde okulun çevresini sarmış bir sürü polis gördüm. Sebebini öğrenmemiz çok uzun sürmedi. Okula başörtüsü ile girmek yasaklanmıştı.

“Yönetmelik gereği” deyip elimize bir kâğıt verdiler.

Baş açık, saçlar taralı, tırnaklar ojesiz, saçlar boyasız, , etekler dizden yukarı olmayacak, kaşlar alınmamış olacak diye kural nev’inden yazılmış bir sürü madde.

Fakat diğer liselerde  bu yönetmelik kurallarının hiçbirine uyulmuyor olmasına rağmen bir tek bizim okulun kapısının önünde polis var.

Emir büyük yerden gelmiş.

Devlet “Başını aç” diyorsa açacaksın. Adeta eğitimli bir köpek gibi.

Nitekim hiçbirimiz eğitimli bir köpek gibi davranmak istemediğimiz için bu karara karşı çıktık.

Devlet bedenine istediğini yapabilirdi ve karşı çıkma hakkın yoktu.

Polis itiyor, vuruyor, elindeki copu neremize gelirse indiriyordu.

Ertesi günde böyle devam etti…

 Yeşil İmam Hatip Lisesi’nin bulunduğu sokak çukurda kalır. Bir tarafı İncirli caddesine çıkar bir tarafı Yeşil’ e. Bayağı büyük bir alan olmasına rağmen polis, babalarımız ve abilerimiz yanımıza gelmesin diye sokak başlarını caddelere kadar kapattı.

Günler polis copu eşliğinde eylemlerle  geçti.

Lise bölümüne kadın öğretmenler getirerek lise kısmındaki öğrencileri başlarını açmaya ikna ettiler.

Ortaokullar için böyle bir şey yapılmadığı gibi birçok arkadaşımız mecburen başını açmaya başlamıştı.

Fakat kocaman örtüleri omuzlarına kadar inen, uzun bol pardösülü arkadaşlarımın bu kararı beni deliye çevirdi.

Evet, ben başörtülü değildim ama onlar için günlerce taviz vermemiştim.

Nitekim sınıfta başını açmayan 3 kişi kaldık. Zeynep, Betül ve ben.

İstisnasız her gün adımıza tutanak yazıldı.

Sonra bir gün idareden çağrıldık. Aşağı indiğimizde bizi teker teker sınıftan bozma bir odaya aldılar. Korkudan tir tir titriyordum.

Çok sonra öğrendim, sınıftan bozma odanın bir adı varmış meğer: İkna odası.

Odada 3 kişi vardı. Birisi hocalarımızdan, diğer ikisinden biri kadın biri erkek.

Evvela kadın sordu: “Başını kendi isteğinle mi örttün, ailen mi zorladı?”

“Başını kapatmak için yaşın çok küçük değil mi?”

Sonra araya öbürü girdi: “Başını açtığında daha güzel görüneceğini biliyor musun? Hem dersleri de daha kolay anlarsın?”

Hiçbirine cevap vermiyordum ama sordukları sorulardan dolayı gitgide aptal olduklarını düşünmeye başlamıştım. Öte yandan da onlardan korktuğumu belli etmemek için ateş basan vücudumu, titreyen ellerimi kontrol altına almaya çalışıyordum. O gün beni eve gönderdiler…

O sıralarda İlahiyat fakültesinde okuyan ablam, arkadaşlarıyla birlikte başörtüsü yasağını protesto eden eylemlerde terörle mücadele adı altında gözaltına alındı.

Öyle polise taş atmaktan filan değil, zaten eylem dediğimiz slogan atmaktan başka bir şey de değil. Eylem alanındaysan teröristsin.

Üniversite yönetimi, öğrencileri en baştan uyardı: “Gözaltına alınırsanız okuldan atılırsınız!”

Bir sivil toplum kuruluşu birkaç gün sonra ablamların özgürlüğüne kavuşmasını sağladı.

Kimlik kartlarını korkudan iyice sakladıklarından ve öğrenci olmadıkları sanıldığından okuldan atılmadılar.

Aynı zamanda Güzel sanatlar fakültesinde okuyan diğer ablam tutanakla dersten atıldı ve hakkında uzaklaştırma kararı alındı.

Ablam o sene okula hiç gidemedi zira uzaklaştırma kararının bittiği günün ertesinde sürekli olarak kararın yenisi gönderildi.

Rektör Mustafa Yurtkuran, eşarpları boyunlarına dolamak ve siyah eşarp takmamak suretiyle sadece “İlahiyat Fakültesi öğrencileri (kampüsleri başka yerdeydi) okula başörtüsüyle girebilir” diye müsaadede bulundu.

Beni ikna odasına aldıkları gün okuldan atma, sınıfta bırakma gibi dedikodular duyunca akşam babama olanları anlattım.

“Bıraksınlar sınıfta o zaman” dedi yüzüme bile bakmadan. Bir zalimin mazluma zulmettiğini gördüğünde eline bıçak alıp zalimin üzerine yürüyecek kadar haksızlığa tahammülü olmayan gözü kara babam, kızlarına yapılanlara karşılık başını bile kaldıramıyordu.

Devlet sus deyince susuyorduk…

Velhasıl ya başımı açacaktım ya da sınıfta kalacaktım fakat zamanında çok ufak tefek olduğumdan, annem beni ezerler diye okula göndermemiş, okula bir sene geç başlamıştım.

Bir sene daha kaybedersem iyice ara açılacaktı öte yandan üç kuruşluk adamların sözleriyle başımı açmak da istemiyordum.

Başını açmayan bir avuç öğrenci kalmıştık.

Dışarıda başörtüsüz olmak hiç ağrıma gitmedi de, o herkesin gözünü üzerimize dikip bizi izlerken örtüyü başımdan çekip çıkarmak çok ağrıma gitti.

Devlet aç diyordu açıyorduk…

Kısa bir süre sonra okul dışında başımı kapatmak istediğimde babam, “Başını kapatırsan bir daha açamazsın, iyice düşün, geri dönüşü yok” deyip beni engelledi.

Annemin ise tek derdi evlatlarının okumasıydı.

Yıl 1999. Anadolu liseleri sınavında İpekçilik Anadolu İmam Hatip lisesini kazandım.

Şaşkınlığım büyük zira İpekçilik, Bursa’da sıralamaya girmiş, yüzde yüz puan isteyen bir okuldu.

Meğer katsayısı yüzünden üniversiteye gidemem korkusuyla öğrencilerin ilk tercihi olmaktan çıkınca puanları az da olsa gerilemiş. Nasip işte.

Okula başladığımız gün son sınıflar “Neden?” diye sıkıştırdılar bizi, “Neden buraya geldiniz?”

“Biz mezun olana kadar katsayı problemi geçer” dedik, “Biz de öyle sanmıştık ama geçmeyecek” dediler.

Haklılardı, katsayı problemi yıllar sonra 2009 senesinde kalkacaktı.

Fakat o sıralarda hükümet, başka üniversitelere gitmeyi katsayıyla engellemekle kalmamış İlahiyat Fakültelerine “Fonksiyonlarını tamamladığı gerekçesiyle” kontenjan da açmamıştı.

Devlet, İmam Hatip öğrencilerine üniversiteyi okumayacaksın diyordu. Okuyamıyorduk.

Okulun ilk haftası deprem yüzünden tatil oldu, ikinci haftasında ise o zamanın valisi Orhan Taşanlar okulun kapısına tekrar  kullarını yığdı.

Gene coplar indi kalktı, bizimle birlikte bekleyen anneler, babalar tartaklandı.

Polisin kimseye zerre kadar acıması yoktu.

Hatta bir tanesi gözümün içine bakarak şöyle dedi: “Boşuna uğraşmayın, yakında sokakta bile başınızı örtemeyeceksiniz.”

Ecevit hükümeti o zaman suç işliyordu, vali de bu suça iştirak ediyordu hem de kraldan daha kralcı olarak.

 Daha sonra İmam Hatip liseleri üzerine yazılan kitapta ise Yeşil İmam Hatip’in müdürü şöyle diyordu: “Zor günlerdi, hepimiz çok sıkıntı yaşadık.”

Ben ise “Başını aaaç, aç başınııı, kime diyorum ben!!!” diye bağırırken boynunda, şakaklarında kabaran damarları patlayacakmış gibi görünen bir adam hatırlıyorum.

Ne hissettiğiniz değil nasıl davrandığınız hatırlanır…

İpekçilik ’in üç kapısı vardı fakat polis tarafından tutulmuştu.

Bir grup arkadaş illegal yöntemlerle kimsenin ruhu duymadan okula girmeyi başardık.

Okul binasına girdiğim anda birisinin bağıra bağıra Kur’an okuduğunu duydum.

Nitekim sınıflardan birisinin kapısını açınca sıraların arasında dolaşarak Kur’an okuyan Muhsin( Okur) hocayı gördüm. Gözleri kapalıydı, ağlıyordu. Yavaşça kapıyı kapayıp binadan ayrıldık. Okul sağlam ellerdeydi.

Aradan yıllar geçti Muhsin Hoca’nın o görüntüsünü unutmadım.

O dönemde ne yaparsak yapalım “Size devlet vurmuş bir de biz vurmayalım” deyip her hâlimize göz yuman hocalarımız oldu. Allah onlardan razı olsun.

Aynı zamanda bizim cenahta görünüp zerre anlayışı olmayan, öğrenciye eziyet üzerine eziyet eden benim münafık diye adlandırdığım ( Aradan yıllar geçti, görüyorum ki hâlâ değişmemişler) bir iki hoca da vardı.

Kaderin garip bir geri dönüşümü ile öğrenciye eziyet eden Müslüman görünümlü bu hocalardan birinin kızı 15 Temmuz sonrası hamile haliyle gözaltına alınıp günlerce sorguda kalmış.

Ben beddua etmedim fakat edenler olmuştu galiba…

Velhasıl 28 Şubat gerçekten ete kemiğe bürünse, boğazlarına sarılıp da “Hakkımı verin” diyeceği çok insan var.

Bugün siz, biz diye yapılan ayrımın ulusça görünür bir hâliydi tüm bu yaşananlar.

Ne yazık ki tüm bunlar hâlâ geçmiş de diyemeyiz zira ellerine güç geçse aynı şeyler, tekrardan aynısıyla olacaktır.

Olmaması temennimdir.



Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.