Hastalık mı? Savaş mı?

Haftalardır beklenen gelmese de geldi denilen, “Gizliyorlar bir sürü hasta var” diye üzerinde sürekli dedikodusu yapılan yegâne mikrop “Korona virüs” sonunda Türkiye’ye giriş  yaptı!  WhatsApp gruplarında öyle çok cümle  kuruldu ve ortalıkta o kadar çok ses kaydı dolaştı ki sanki  bile isteye çağrıldı! Zaten gelmeseydi “Biz de niye yok biz  kazana mı düştük” diyecek bir […]

Yayınlama: 24.03.2020
5.408
A+
A-

Haftalardır beklenen gelmese de geldi denilen, “Gizliyorlar bir sürü hasta var” diye üzerinde sürekli dedikodusu yapılan yegâne mikrop “Korona virüs” sonunda Türkiye’ye giriş  yaptı!

 WhatsApp gruplarında öyle çok cümle  kuruldu ve ortalıkta o kadar çok ses kaydı dolaştı ki sanki 
bile isteye çağrıldı!

Zaten gelmeseydi “Biz de niye yok biz  kazana mı düştük” diyecek bir sürü insan vardı zannederim ki!








 Açık konuşmak gerekirse ben en başından beri  tabiri caizse bu mevzûnun goygoy kısmında yer alanlardandım. 

Sabahtan akşama kadar capsler, komikli ses kayıtları filan havada uçuşuyordu.
Hatta Türkiye’de ilk vakanın açıklandığı gün bile keyfim bozulmadı, Korona şakalı muhabbetlere devam ettim.

Bir AVM’de oturmuş, oğlumun arkadaşlarıyla oyun oynamasını izlerken  bir yandan da  velilerle sohbet ediyordum ki, herkesin telefonuna eş zamanlı dilink sesiyle gelen mesajın içeriğinin “Eğitime şimdilik(!) 3 hafta kadar ara verildiğine dair” olduğunu okuyunca mevzunun ciddiyetini fark ettim.

Gece boyu bir o yana bir bu yana döndüm durdum “Ne yapacağız” diye…

Nitekim akşama doğru ebeveynlerden birinin  idari izinli olduğu haberi gelince ferahladım biraz. 
En azından çocuklar evden hiç  çıkmayacaktı. 
Çok şükür ki böyle bir hakkımız vardı. Esnaf, özel 
sektör ve sağlık alanında çalışanların durumunu düşününce, işlerinin cidden zor olduğunu farkına varmakla birlikte, her gün evden çıkmak zorunda kalma ve çocuklarını emanet edeceği bir yerin olmamasının da ciddi bir sorun olduğu gerçeği var…
Bundan  7-8 sene önceydi sanırım. 

Dan Brown’un Inferno (Cehennem) isimli kitabı yeni çıkmıştı.

Kütüphaneye ilk geldiğinde “Önce ben okuyacağım” diye kavgasını dahi ettiğimiz bir kitaptı. Tüm bu virüs mevzusu kasıp kavururken ortalığı, o kitap geldi aklıma. 

Nüfus çokluğundan dolayı sulara virüs karıştırıp nüfusu azaltmaya gitme gibi bir konusu vardı. Kitap İtalya’da başlıyor İstanbul’da  bitiyordu.
Gene bu konuyla alâkalı olarak başka bir şey daha var aklıma gelen: Geçtiğimiz yaz oğlum tablette bir oyun oynuyordu.

Adını hatırlamıyorum ama oğlum gelip: “Anne bak bir oyun var. Ben virüs oluyorum, dünyaya yayılmaya çalışıyorum, bilgisayarda beni engellemeye çalışıyor” diye oyunu anlatınca huzursuz olmuştum. 

Virüs, oyunda da tüm dünyaya Çin’den yayılıyordu.

Oğluma oyunun amacının öldürme üstüne kurulu olduğunu anlatmış, başka bir oyun oynamasını istemiştim.

Bir de geçen sene 2020’de küresel bir ekonomik kriz olacağını ve Amerika’nın ekonomik olarak batacağına dair bir haber okumuştum.

Çin’in, dünyayı ekonomik olarak yönetme olasılığından bahsediliyordu. 

Velhasıl tüm bu olanlar belki de yeni bir dünya düzeni kurma adına çevrilen oyunlardı, amma velâkin bizler ise bunu anlayamayacak kadar oyunun dışında olan izleyicileriz. 

Bir nevi “Filler tepişirken, çimenler ezilir” durumu… 

Bir yandan da komplo teorileri bizim ülkemizde kendine fazlasıyla yer bulabilen olgular. 

Bu sefer ki virüs mevzusunda gerçekten komplo var mı bilmiyorum, aslında bu konuyla ilgili çok şey de bilmek istemiyorum…

Zira her gece kaç kişi ölmüş diye Sağlık bakanının açıklamasını beklemek, insana kendini kafeste sonunu bekleyen fare hissini uyandırıyor.

Açıkçası dışarı çıkayım, gezeyim diye düşünmekten ziyâde  bir an önce bu panik havası gitsin, hayatımız eski rutinine girsin ve daha fazla kimse 
ölmesin istiyorum.

Can-ı gönülden…



Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.