Her sabah koştura koştura işe git, akşam koşa koşa eve gel, yemek yap, çocukları uyut derken zamanın hızla aktığı, ciddi anlamda yorgunluk hissetmeye başladığım günlerdi. Yorucu bir işim yoktu. İşimi seviyordum ama olmak istediğim yer başkaydı. İstediğim yere gidebilmek için ise sıkı ders çalışmam gerekiyordu ve bunu yapacak vaktim yoktu. O ara izin günlerim de […]
Her sabah koştura koştura işe git, akşam koşa koşa eve gel, yemek yap, çocukları uyut derken zamanın hızla aktığı, ciddi anlamda yorgunluk hissetmeye başladığım günlerdi.
Yorucu bir işim yoktu.
İşimi seviyordum ama olmak istediğim yer başkaydı.
İstediğim yere gidebilmek için ise sıkı ders çalışmam gerekiyordu ve bunu yapacak vaktim yoktu.
O ara izin günlerim de değişince ben planlar üstüne planlar yapmaya başladım.
Keşke şöyle bir kira gelirim filan olsa da istifa etsem diye hayal kuruyordum ki benim gibi düşünen birkaç arkadaşım daha vardı.
Tek derdim evde oturup okumalarımı yapabilmek, ders çalışmak ve ailemle daha fazla geçirmekti.
İşin komik kısmı bize kalan küçücük zaman dilimlerinde bir arada olmak için yaptığım planların hiçbirinin gerçekleşememesiydi.
Ya bir işimiz çıkıyordu ya misafir geliyordu ya da biz gitmek zorunda kalıyorduk.
Ayarlanmış gibi birbirimizi göremiyorduk resmen…
Sonra dedim ki “Yeter serbest bırakıyorum, plan mlan yapmayacağım bundan sonra!”
Bir rahatladım, bir ferahlık geldi ki anlatamam. Ben serbest bıraktım ya çok geçmedi bu virüs olayı sardı dört bir yanımızı.
İşyerlerimiz bize süresi belli olmayan izinler verdiler.
Ölümlerin olması beni fena hâlde kaygılandırmakla birlikte evde hep beraber olmak çok iyiydi.
Diğer yandan “Evim evim” deyip durdun al sana ev hapsi” diyen arkadaşlarımdan biri o aralar kendini yorgun hissettiği için izin alıp, evde pijamalarını çıkarmadan günlerini geçirme hayâli kurarken tansiyon ve şeker hastası olduğundan “kronik hastalığın var” denilerek izne çıkarıldı 🙂
Kiminle konuşsam “Çok yorgundum evde olmaya ihtiyacım vardı” diyordu.
Galiba bu ev hapsi gibi görünen evden çıkmama önlemi birçok kişinin yorgunluğuna da merhem oldu.
Zirâ hayat dediğimiz koşturmaca; durup düşünmeye, sakin sakin yolda yürümeye ve gökyüzünü izleyebilmek için bile özellikle zaman ayırmak zo
runda bırakıyordu bizi…
Modern zamanın köleleri, belli bir alan içinde, günlerce ve aheste aheste yaşamak zorunda kaldı.
Tasavvufta ve Zen felsefesinde de vardır bu.
Ağır aheste yaşamak, anın ve yaşamın farkında olmak.
Tabi bu sürecinde yan etkileri var, bir zaman sonra baktım ki ev beni içine çekiyor. Ne düşünmeye vakit kalıyor ne iki satır bir şey okuyabiliyorum ne araştırma yapabiliyorum. Varsa yoksa ev toplama, temizlik, hop akşam yemeği…
Gariptir uzun zamandır hayâlini kurduğum aile saadeti ve farkındalık buydu aslında ama ben kendime bu kadar yaklaşırken kendimden bu kadar uzaklaşacağımı da tahmin etmemiştim.
İnsanın kendi kendine kalmaya, içine çekilmeye ihtiyacı oluyor.
Meğer ben bunu işyerimde yapabiliyormuşumda farkında değilmişim.
Evdeyken anne ve eş olarak var olabiliyorsun ancak.
Bir birey olarak kalmaya çalışmak çok güç maalesef…
Bir yandan da sıkılıyorum diyemem çünkü sıkılmaya vaktim yok.
Günlerdir yeni çeşit yemekler deniyorum, badana yapıyoruz, arada film izliyoruz, ayrıca temizlikle kafayı bozmuş vaziyette elimde sirkeli sulu fısfısla geziyorum.
Sıkacak yer yoksa elime sıkıp yüzüme sürüyorum ferahlık olsun diye.
Bir ara ciddi ciddi kaygı ve evham beni içine almıştı zirâ.
22 gündür hiç dışarı çıkmadım.
Balkon dâhil.
Eşim ekmek almaya gidip gelince ona bazen mikrop muamelesi yapabiliyorum.
Bu süreçte de anladım ki insan kendinden ziyâde evlatları için korkuyor.
Hapşırsalar dâhi evhamlanıyor insan.
Evde olmanın getirdiği güzelliklerin yanı sıra sanırım her şey sona erdiğinde hepimizin nur topu gibi takıntıları olacak.
Hissediyorum…
Olabildiğince sağlıklı günler dilerim.
Yani inşaallah,âmin…