Dövüş kulübü filminde şöyle bir replik vardır: “Bütün bir nesil, reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıp gereksiz şeyler alıyoruz.” Geçtiğimiz haftalarda normalleşme kapsamı mı desem yoksa ekonomik gidişattan dolayı mı desem bilemiyorum, avm’lerdeki dükkanlar teker teker kepenk açtı. Evet onlar mecburdu dükkân açmaya belki ama bizim ne ihtiyacımız vardı peki? Bir […]
Dövüş kulübü filminde şöyle bir replik vardır: “Bütün bir nesil, reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıp gereksiz şeyler alıyoruz.” Geçtiğimiz haftalarda normalleşme kapsamı mı desem yoksa ekonomik gidişattan dolayı mı desem bilemiyorum, avm’lerdeki dükkanlar teker teker kepenk açtı. Evet onlar mecburdu dükkân açmaya belki ama bizim ne ihtiyacımız vardı peki? Bir çok marka indirimli olarak dükkân açınca pandemi falan dinlemeyen halkımız maskeli, maskesiz dipdibe, burun buruna dikildiler kapıda… Bundan iki sene önce alışveriş yapmaya ara vermek üzerine karar alan bir gruba (bir nevi alışveriş orucu) dâhil olmuştum. İlk zamanlar alışveriş sitelerinde dolaşıp, aldıklarımı sepete atıp, ödeme yapma kısmına gelince başa dönerek kendi kendimi denedim. Evet indirim deyince insanın gözü dönüyor ama “Benim buna ihtiyacım var mı” sorusu ciddi silkeliyor insanı. Ben de kendime sürekli sordum: Buna ihtiyacım var mı? Bu soru öyle yerleşti ki hayatıma, mecburi ihtiyacım olduğu zaman bile ertelemeye başladım.
Nitekim bu yöntemle 24 ay içinde toplamda en fazla 200 lira harcama yapmıştım ki hepsi mecburî alışverişti. Türkiye’de Avm yahut alışveriş kültürü teknoloji ile daha fazla ivme kazanmakla beraber kişilerin kredi kartları da aynı oranla şişmeye başladı. İnsanlar nakit para yokken sürekli bankaya borçlanarak ihtiyaçları olmayan bir sürü şey satın almaya başladılar. Kadın ve çocuk giyimi başta olmak üzere ev tekstili ve mutfak eşyası ile alışveriş çılgınlığı ciddiyetle üzerinde durulması gereken bir hâle geldi. Bireyler ihtiyacı olduğu için değil fiyatı uygun(!) buldukları için satın almayı sürdürdüler. Geçtiğimiz haftalarda yani hafta sonu dışarı çıkma yasağının ilkinin duyurulduğu gece de halk sokaklara dökülmüştü. İhtiyacı için çıkan da vardı, luppo ve pırasa için çıkan da! Bunun üzerine Ankara Üniversitesi İlahiyat fakültesi dekan yardımcısı İhsan Çapcıoğlu hocamız bu satın alma dürtüsüne karşı şöyle bir gönderi paylaştı: “ Bedevi pratiklerden farklı olarak şehir hayatı, medeniyetin öğretildiği/öğrenildiği, medeni tutum ve alışkanlıkların bireylerin sosyal pratiklerine yansıdığı, bu yansımanın diğer bireyler tarafından da gözlemlenebildiği, tek başına değil birlikte, korkarak değil güvenle varolma biçimi ve imkanı sunar. Ancak dün akşamki görüntülerden sonra bu imkanın ne kadar içselleştirildiğini ve kullanıldığını, milletçe yeniden gözlemlemiş olduk.” Günümüzde “İnsan” dediğimiz varlık, hayatta kalma ve keyif almak üzere çaba harcayan bir varlık türü. Giyim, yemek yemek ve cinsel ihtiyaç hayatta kalmak adına olmazsa olmazları. Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde en altta yer alan ihtiyaçlar! Piramidin bu kısmında yer alan ihtiyaçlar hayvan ve insan için hemen hemen aynı şeyler. Duyguya yer yok. Biz bu ihtiyaçların bir adım ötesine geçme yerine tüketimi çeşitlendirerek ihtiyaç ve israf arasındaki ince çizgiyi belirsiz hâle getirdik. Zamanında Resulullah efendimiz, eski elbiseli birine, “Malın yok mu?” diye sorduğunda o zat, malının çok olduğunu söyleyince, ona şöyle buyurur: “Allahü teâlâ bir mal verince, bu nimetin eseri üzerinde görülsün.” Dikkat ederseniz pahalı denmiyor, çeşitli denmiyor. Temiz ve kaliteli olandan dem vuruyor Peygamber. Biz ne yapıyoruz peki? Ürettiğimiz ile değil tükettiğimiz ile kimlik kazanıyoruz. Birinci basamakta hayvani olan ihtiyaçlardan bir adım ilerleyip “İnsan” olmak için çaba harcamıyoruz. Aynı İhsan hocamın dem vurduğu gibi… Bedevilikten geçmek için çaba göstermek gibi… Allah bize gören göz, işiten kulak versin. Ne diyelim…