“Bir başkadır” da “Birr” olanlar!

Bir zamanlar bir tanıdığım vardı. Öyle olmadığı hâlde herkese şatafatlı bir hayatı varmış gibi gösterirdi. Mini mini etekler, dekolteli bluzlar, lüks otel tatilleri, Noel baba temalı, şamatalı yılbaşı kutlamaları ve şarap-peynir akşamları…(Bunlar benim nezdimde değil onun nezdinde şatafattı.) Hakikatte ise kredisini zorlukla ödediği bir ev, vardiyalı bir fabrika işçisi olan eş ve hafta sonları zerzevat […]

Yayınlama: 24.11.2020
4.592
A+
A-

Bir zamanlar bir tanıdığım vardı. Öyle olmadığı hâlde herkese şatafatlı bir hayatı varmış gibi gösterirdi.

Mini mini etekler, dekolteli bluzlar, lüks otel tatilleri, Noel baba temalı, şamatalı yılbaşı kutlamaları ve şarap-peynir akşamları…(Bunlar benim nezdimde değil onun nezdinde şatafattı.)

Hakikatte ise kredisini zorlukla ödediği bir ev, vardiyalı bir fabrika işçisi olan eş ve hafta sonları zerzevat toplamaya gittikleri köyü vardı.






Esasında anne ve aile büyükleri başörtülü, namazında niyazında, muhafazakâr  kimselerdi.

Beyaz Türklerle hiçbir alakası yoktu, dağ köylerinden birinde büyümüştü ve yetişkinlik zamanında Bursa’ya gelmişlerdi.

O kadar çok saklamaya çalışıyordu ki bu yönünü, bazen düşünürdüm “Gün boyu rol yapmaktan yorulmuyor mu acaba?” diye.

Başörtülü insanlara ısrarla türbanlı derdi.

Açık açık benim yüzüme karşı da bir şey diyemezdi fakat yıllarca inceden inceye iğneli sözlerine maruz kaldım.

Ta ki ben “Yeter” diyene kadar sürdü tanışıklığımız.

“Bir başkadır” isimli diziyi izlerken Peri’de onun faşistliğini gördüm.

Lakin tek bir fark vardı aralarında, bizimki zengin bir beyaz Türk değildi.

Sonradan Beyaz Türk olunuyor mu bilmiyorum ama onun bu sıfata sahip olmak için çaba sarf ettiğini biliyordum.

Başörtülü insanlar dediğin aynı fabrika çıkışlı tek tip bir ürün değil.

Başı örtülü olmayanlarda fabrika çıkışlı tek tip bir ürün değil.

İnsanın içi çeşit çeşit, renk renk, katman katman…

Beni yetiştiren ebeveynim bile benden çok başka bir hayat bakışına sahip iken ben çok başkayım.

Hiç unutmuyorum, memlekete gittiğimiz bir yazdı.

Ben de ortaokuldayım sanırım o zamanlar.

Bütün kadınlar kurutmalık patlıcan oymak için bizim eve toplanmışlardı.

O sırada gelenlerin arasından bir kadın dikkatimi çekti.

 Kaşı, gözü, giyimi, tırnakları vs. öyle bakımlıydı ki, öyle bir ortamda çok dikkat çekiyordu.

Elinde bir yandan patlıcan oyuyor bir yandan bir şeyler konuşuyor ama konuştukça batıyordu. Öyle basit öyle sıradan…

Falanca restaurantta midesi dolsun, kuaföre gitsin, mobilyasını değiştirsin vs. kadın resmen bunlardan ibaret. Başka da bir varlığı yok.

Bir de şivesi de var tabii. O görüntüye o şiveyi duyunca “Bir ellemediği bu kalmış” diyorum içinden.

Akşama kadar kadını izledim ve sonra içimden dedim ki “Ben asla böyle bir kadın olamayacağım.”

Aradan yıllar geçti. Lisedeyim.

Okuldan çıkmışız bir parkta arkadaşlarla sohbet ediyoruz.

Karşı bankta otuzlu yaşlarda iki kadın oturuyordu. Başlarında rengi kaçmış bir yemeni, sırtlarında yelekle güneşe karşı oturmuşlar. Ellerinde tığ, ip var. Dantel örüyorlar.

İkisi de bir şeyler anlatıyorken hızla dantel örmeye devam ediyorlar fakat birbirlerinin yüzlerine bile bakmıyorlar.

Ben onları izlerken üzerime bir sıkıntı geldi, çöktü.

Besbelli ikisi de mutsuz.

Ellerinde dantel, başlarında rengi soluk bir yemeni.

Ve hatta bakışları bile soluk.

Sonra kadınları gizlice yakın arkadaşlarımdan birine gösterdim.

“Bak” dedim kadınları gösterip, “Ne görüyorsun?”

Nedense o görüntü onun tuhafına gitmedi.

“Bak” dedim “Ben büyüyünce asla böyle olmayacağım.”

Önce küçümsediğimi sandı, kızdı bana.

Bana göre hayattan hiçbir beklentisinin kalmayıp, sadece ev, çocuk ve televizyon üzerine yahut çocuklarından birinin çeyizine diye başlanmış bir dantel parçasıyla tatmin olmak, kişinin kendini yok sayması gibi bir şeydi.

Patlıcan oyan o süslü kadın da o iki kadın gibiydi.

İmkânlar farklı lakin hayata bakış açısı aynı.

 Modern yahut muhafazakâr, fakir ya da zengin; görüntüsü ne olursa olsun bütün derdini maddiyat yahut statüye dayalı bir hayat üzerine kurmuş çok fazla yaşam gördüm. 

Ben o maddi hayattan kurtulamadım elbette fakat bu “Statü her şeydir” diyen insanları hep farklı değerlendirdim.

Benimki de bir çeşit faşistlik mi bilmiyorum lakin anlatmak istediğim şey şu: İnsanların görüntülerine bakarak, sahip oldukları ya da olamadıkları üzerinden hepimiz öyle ya da böyle ayrım yapıyoruz.

Bu ayrımlar öyle yerlerde ayrılıyor ki birbirinden, şu veya bu diye herhangi bir madde altında bile toplayamıyoruz.

Çünkü öyle bir kriter yok.

Çünkü insanız ve sürekli dönüşüyoruz.

Beden aynı görünüyor ama insan sabahtan akşama bir sürü başkalaşım geçiriyor.

Bazen kanıksıyor dönüştüğü kılığı bazen genel geçer bir tavır oluyor ama asla aynı kalmıyor.

Biz yeryüzünün şerefli halifeleri sürekli farklı esmaları maske olarak takıp çıkarıyoruz.

Dünya hayatı ortalama seksen bilemedin doksan sene, ömür varsa belki bir asır…

Farkında olmadan hayatı ortalamışız ve temcit pilavı gibi  sürekli aynı ayrımları konuşup duruyoruz fakat hiçbir yere varamıyoruz.

Zira herkes kendince bir ötekinden rahatsız ve bunu söylemekten hiç çekinmeyip sadece kendisi varmış gibi diğerinin fikrini, zikrini sabote etmeye devam edecek.

“Birr” olmak mı?

Nerede, nasıl ve ne zaman?

Yahut mümkün mü?

 



Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.

betnis giriş
betnis
yakabet giriş