Önceden çok öncelerden yani sosyal medya yokken, haberleri günlük gazetelerden ve televizyondan öğrenirken ilim sahibi yahut şöhret kazanmış insanlara karşı daha saygılıydık. Ne zaman ki bu kitap yazmış profesörlere veya oyunculara, tiyatroculara sosyal medya isimli kaynaklardan ulaşabileceğimizi öğrendik o zaman camdan duvarlar çıtır çıtır kırılıverdi. Bir yandan da itiraf etmeliyim ki normal şartlarda […]
Önceden çok öncelerden yani sosyal medya yokken, haberleri günlük gazetelerden ve televizyondan öğrenirken ilim sahibi yahut şöhret kazanmış insanlara karşı daha saygılıydık.
Ne zaman ki bu kitap yazmış profesörlere veya oyunculara, tiyatroculara sosyal medya isimli kaynaklardan ulaşabileceğimizi öğrendik o zaman camdan duvarlar çıtır çıtır kırılıverdi.
Bir yandan da itiraf etmeliyim ki normal şartlarda kitaplarını hayranlıkla okuduğum yahut falanca Bursa’ya gelmiş diye koştura koştura söyleşilerine gittiğim, saygı duyduğum kişiliklerin sosyal medyada öfkeli ya da insanları bölen cümlelerine denk gelince “Gözümde büyüttüğüm adam ya da kadın bu muydu” dediğim oldu.
Dünya büyüyor, gözle görülmeyen ama hissedilen bir şekilde.
Oturduğumuz yerden her şeyi öğrenecek ve herkese ulaşacak teknoloji var artık önümüzde.
Söyleyeni hatırlamıyorum ama yıllar yıllar önce “Dünya küresel bir köydür” cümlesini okuduğum zaman, şu anda teknoloji alanında karşılaştıklarımız, küçükken televizyonda izlediğim Jetgiller çizgi filmi kadar ütopikti. (Üşenmedim baktım, iletişimci Marc Mcmullan demiş meğer)
Fakat ilerleyen teknolojiyle paralel olarak insanlarla olan ilişkilerimiz, saygı çerçevesinde olan iletişim şeklimiz de gitgide bozulmaya başladı.
Az önce de belirttiğim gibi yüz yüze karşılaştığımızda abla, ağabey, üstat yahut hocam diyeceğimiz kişilerle sosyal medya ortamında senli benli, enseye şaplak şeklinde bir iletişime doğru evrildik.
Burada bozulma tek taraflı değil aslında.
Hocam deyip saygı duyduğum kişiyi takibe alıp paylaştığı gönderileri ya da cümleleri okuduğumda bütün büyünün bozulduğunu hissediyorum.
O kitaplarını okuyup, söyleşilerini dinlediğimiz kişiler sosyal medyada çirkin bir üslûpla birilerine ya da bir kuruma sürekli saldırıyor.
Entelektüel zekâsı kitaplarında sıkışıp kalmış resmen.
Sanki o çirkin üslûp gerçek karakteri imiş.
Buna mukabil normalde karşısında olsa söyleyemeyeceği cümleleri de sosyal medyada rahatça savurur olmuş herkes.
İlim sahipleri öfkeyle zülfi yâre dokunurken, karşı fikirde olan bacak kadar veletler aynı şekilde cevap verir olmuşlar.
Eli klavyeye erişen herkes âlim oluyor nasılsa.
Tabii ki insan kendi kendini ulu orta sorgulasın denmiyor fakat sanal dünyadan uzaklaştığın o küçücük zaman diliminde bir dönüp bak kendine kardeşim, bir irdele “Ben neyim” diye.
Geçenlerde metroda bir doktor bir öğrenciye “Maskenizi takın” deyip uyarıyor.
Genç “doktor musun” diye diklenince doktor da bunun üzerine çıkarıp kimliğini gösteriyor.
Genç ise hiç bozmayıp “Ya hocam Bill Gates’in komplosu bunlar, virüs filan yok, kandırıyorlar bizi” deyip üste çıkmaya çalışıyor!
Teknolojinin bize sunduğu sanal dünya hepimize değişik bir ego bahşetti sanki.
Her şeyi biliyoruz, her bilgiye sahibiz. (Öyle ki profesörlere akıl öğretecek kadar).
Yakınlaşırken uzaklaşıyor, fiziki mesafeleri azaltırken de kişisel anlamda laçkalaşmaya doğru ilerliyoruz.
Ha burada gelenekçiliği savunup modernizm eleştirisi yaptığım da sanılmasın nitekim gelenekselciler bile kendini tradisyonel (!) olarak adlandırıyor.
Var mı ötesi?
Velhasıl Dünya köyünde hepimiz bilgeyiz, klavyelerin efendisiyiz ve ironilerle doluyuz.