DİYANET’TEN BİR YIL ÖNCE…

Geçtiğimiz hafta Cuma günü, Diyanet tarafından hazırlanan ve bir çok insanın tepki gösterdiği “Hutbe” konusu vardı. Geçtiğimiz günlerde kendisine değer verdiğim ve bir kaç cümlemde bir “Hocam sizi Allah için seviyorum” diye de sevdiğimi belirttiğim İnegöl İlçe Müftüsü Kazım Güzel bey ile bir araya geldik. Tabi kendisine hemen gündeme bomba gibi düşen “Olay hutbe”’yi sordum. […]

Yayınlama: 04.11.2016
2.449
A+
A-

Geçtiğimiz hafta Cuma günü, Diyanet tarafından hazırlanan ve bir çok insanın tepki gösterdiği “Hutbe” konusu vardı. Geçtiğimiz günlerde kendisine değer verdiğim ve bir kaç cümlemde bir “Hocam sizi Allah için seviyorum” diye de sevdiğimi belirttiğim İnegöl İlçe Müftüsü Kazım Güzel bey ile bir araya geldik. Tabi kendisine hemen gündeme bomba gibi düşen “Olay hutbe”’yi sordum. Hutbenin tamamı olmasa da özellikle şu kısmı, “Önümüzde Peygamberimiz (s.a.s) gibi büyük bir rehber varken, kurtarıcı beklentileri içerisinde, kıyamet alametleri üzerinden bir din ihdas etmek asla kabul edilemez” ifadesi gerçekten sıkıntılı bir ifadeydi. Bunu aslında biraz daha açarsak insanların aklına direk şu geliyor; “Mehdi a.s. gelmeyecek”… Mehdi a.s’ın geleceğine dair sahih hadisler mevcutken, Diyanet’in böyle bir hutbe vermesi, açıkçası insanları şaşırttı. Tabi bu konudaki düşüncelerimi hemen Müftümüz Kazım Güzel’e açtım. Hocamız aslında hutbede geçen ve tepkilere neden olan cümlede anlatılmak istenilenin, Mehdi a.s.’ın bir gün zuhur edeceği ama insanların kendilerini bu konuya endekslememesi, “Kurtarıcımız gelecek, hop biz yan gelip yatalım” demeden manevi ve maddi konularda gayret göstermeye devam etmesi olduğunu ifade etti. Ve ekledi tabi sonuna, “O’nun ne zaman geleceğini Allah bilir” … Şimdi hocamız o kadar güzel anlattı ki, acaba Diyanet neden bu konuyu bu kadar güzel anlatamadı? 
 
İlahiyat mezunu bir çok kişi, TV ekranlarına çıkıp ve sürekli şu ifadeleri kullanıyor, “Müslümanlar tefrikaya düşmemeli”… Evet duamız zaten bu yönde ama gel gelelim cuma hutbesi’ne… 40 Yaşına gelmiş bir çok insanın Fatiha Suresi’ni tam olarak bilmediği, tabiri yerindeyse Cuma’dan Cuma’ya geldiği camilerde, böyle kelime aralarına gizlenmiş anlamların olduğu bir hutbenin vatandaşlarla paylaşılması ne kadar doğru? Herkesin anlayacağ ortak bir dil varken, bir kaç kelime arasına mana gizlemenin ve devamında Müslümanları tefrikaya düşürecek sonuç çıkar mı? çıkmaz mı? diye düşünmeden vatandaşlarla paylaşmadaki amaç nedir? Bir çok insan kendini farklı isimlerle adlandırıp, mezhepçiliğe karşı çıktığı, mezhepleri yok saydığı günleri yaşarken, hala kelime aralarında anlam mı gizlemeliyiz? 
 
Gelelim ikinci konuya… Diyanetimiz bu hutbeyi geçen hafta verirken, yazılı diline ve eleştirilerine büyük saygı duyduğum Köşe Yazarı, Şair, Eleştirmen ve Yazar Serdar Tuncer, 2015 Aralık ayında Diyanet’in verdiği hutbenin belki de birebir aynısını, açık ve seçik bir dille, herkesin anlayacağı sade bir dille köşe yazısında anlatmıştı. O köşe yazısından sadece bir kısmı sizlerle paylaşacağım. Bakın Serdar ağabeyimiz ne diyor; “Mehdi’nin (a.s) zuhuru yakındır artık. Akdeniz’de onlarca devletin savaş gemileri ve uçakları var. En ufak bir kargaşa halinde 3. Dünya Savaşı çıkacak gibi. Bu defa tank ve toplar değil nükleer silahlar konuşacak. Einstein ne demişti? “Üçüncü Dünya Savaşı’nı bilmem ama dördüncüsü taş ve sopalarla olacak.” Nükleer silahların kullanımı, teknoloji ve enerji kaynaklarını yok edecek tabiî. Mehdi’nin (a.s) elinde kılıç, at üstünde savaşacağı şartlar da bu şekilde oluşacak. Bu aralar dost meclislerindeki sohbetler işte böylece uzayıp gidiyor. Gülüyorum. “Yanlış kıyametle meşgulüz be birader!” diyesim geliyor. Bırakalım ne zaman geleceği meçhulümüz olanın peşinde koşmayı da, doğumumuzdan beri ardımıza düşen mâlum kıyametin farkına varalım. Efendimiz (s.a.s) ashâbı ile oturmuşlar. Aralarında da küçük bir çocuk var. Kutlu nazarlarını o çocuğa yöneltip, sahabe efendilerimize dönerek buyurmuşlar ki: “Eğer bu çocuğun ömrü olur da yaşarsa, o yaşlanmadan hepinizin kıyameti kopar”.. Kişinin ölümü kendi kıyametidir. Kıyamete kadar asla şaşmayacak bir ölçünün nübüvvet kokulu muazzam ihtarı bu. Sen bu dünyadan göçtüğün anda senin kıyametin kopmuştur, bitti. Geçmiş olsun. Sana ne kıyametin ne zaman kopacağından, Mehdi’nin nasıl geleceğinden? Sen Necla’ya bak! Ârif bir zât talebesiyle kayığa binmişler hani, aheste çekiliyor kürekler. Talebe güya derin bir tefekkürün ardından demiş ki: “Efendim Allah-u Teâlâ’nın işine bakın, ölümle aramızda bir tahta parçasından başka hiç bir şey yok.” Tebessüm etmiş ârif zât, “Buna da şükür evlâdım, karadayken o tahta parçası da yok”… Kıyametle aramızda ne kadar zaman var? Bize ne? Kendi kıyametimize her dâim bir nefes mesafedeyiz. İşte bütün mesele! Ölümümüz kıyametimizdir, doğumumuz onun en büyük alâmeti. Hepsi bu kadar”…. Diyanetin anlatmak istediği tam olarak buymuş ama ne yazık ki tam olarak niyetini anlatamamış. 
 
Söylemeden edemiyorum; bir köşe yazarı bu konuyu bir yıl önce yaşanabilecek sıkıntıları görmüş ve okurları ile paylaşmışken, Diyanet nasıl olur da bu konuyu 1 yıl sonra vatandaşlarla paylaşıyor. Diyanetin daha erken ve daha açık bir dil kullanarak hutbe konularını yazıya geçirmesi için bir Serdar Tuncer mi lazım? 



Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.

betnis giriş
betnis
yakabet giriş