Zannedilir ki orucun amacı bütün gün yemek yememektir ve fakirin hâlini anlamaktan ibarettir. Öyle ya insan ancak aç olunca yoksulları, fakirleri düşünüp şükreder hâline. Amma velâkin esasen oruç, gözünün önünde yiyecek yemeğin varken ona el sürmeme iradesine sahip olmaktır. Dolayısıyla idrak sahibi olmaktır, nefsini kontrol edebiliyorsun demektir. Yemek ve şehvet birbiriyle ilintilidir bu yüzden. İkisinden […]
Zannedilir ki orucun amacı bütün gün yemek yememektir ve fakirin hâlini anlamaktan ibarettir.
Öyle ya insan ancak aç olunca yoksulları, fakirleri düşünüp şükreder hâline.
Amma velâkin esasen oruç, gözünün önünde yiyecek yemeğin varken ona el sürmeme iradesine sahip olmaktır.
Dolayısıyla idrak sahibi olmaktır, nefsini kontrol edebiliyorsun demektir.
Yemek ve şehvet birbiriyle ilintilidir bu yüzden. İkisinden de uzak durmaya çalışmak zorlayıcıdır insanoğlu için ama aynı zamanda nefsini zapturapt altına almak kişinin elinde olan bir irade biçimidir.
Ne kadar yemeğe düşkün olursa insan, nefsi de o kadar azmaya müsaittir.
Oruç yahut az yemekle birlikte yapılan tesbih, tefekkür dahi insanın kalbini cilalar, bâtındaki gözünü açar.
Hatta bu yüzden İsa (a.s.)’ın “Karnınızı aç tutunuz, olur ki kalbinizle Rabbinizi görme imkânına kavuşursunuz” dediği rivayet edilir.
Oruç tüm ibadetler gibi bir tekâmül aracıdır ama sanıyorum ki hedefe en kolay oruçla varılır.
Zira Allah külli iradesi ile der ki “Oruç tut”!
Kişide cüzî iradesi ile oruç tutmaya karar verir ama tutup tutmamak gene onun elindedir.
Kendi iradesi ile midesini gıdasız, gözünü haramsız ve dilini yalansız, kötü sözden uzak tutmaya karar verir aynı zamanda.
Allah ibadeti emrederken bile kişinin iç kontrolüne yer bırakıyor.
“Sahip benim” diyor demesine ama emrettigi kula da bir nevî diyor ki: Kendini insan-ı kamil mertebesine çıkarmak senin elinde ve senin isteğinde.
Kul, zaten dünyada bulunduğu zaman diliminde arayışta olduğunun farkına vardıysa ve O’na ulaşmanın derdindeyse bunun bir yakınlaşma yolu olduğunu bilir.
Yani bu Yaratıcıya itaat etmekle birlikte kendinin ne olduğunun da farkına varmaktır.
Namaz, oruç, sadaka vb. gibi ibadetler yerine getirildiği zaman insanın hissi, ödevini yapmış bir öğrenci rahatlığında olur.
Ama “Ben ödevimi yaptım Allah’ım ne olur bana eksi verme” değil de “Bana beni tanımam için verdiğin görevi yerine getirdim Rabbim” rahatlığı.
Ceza korkusu ile değil ruhun dünya sevgisinin boş olduğunu hissetmesi ve tekâmülü için verilen ödev yahut görev.
Resulallah der ki: “Her şeyin bir kapısı vardır, ibadetin kapısı da Oruçtur.”
Yani yola oruç ile başlarsınız, kapı onunla açılır ve içeri girdikten sonra nasıl devam edeceğimizi de oruç belirler.
Yıllar önce Alman psikolog ve terapist Michaela Mihriban Özelsel’in yazmış olduğu ve halvet deneyimlerini paylaştığı bir kitap okumuştum: Halvette kırk gün.
Michaela otuz yedi yaşında dinini değiştirip Müslüman olmuş ve bir tarikata intisap etmiş.
Mevlevi mürşidinin isteği ile bu halvet deneyimini kitap hâline getirmiş.
İnsanın kendi iradesiyle sevdiklerinden uzak küçük bir eve kapanıp günlerini oruçla, iftarlarını kuru ekmek, hurma gibi gıdalarla geçiştirmesi, bu süre boyunca teknolojiden uzak olması ve kimseyle iletişiminin olmaması değişik ama muazzam bir deneyim olsa gerek.
O zamanlar gençlik ve cahillik var serde ya ilk defa karşılaşmış olduğum aç kalarak ibadet etme fikri bana tuhaf gelmişti.
Kitabın sonunda daha önce halvet deneyimi yaşayanların da cümlelerini okuyunca biraz daha iyi anlamıştım orucun ibadet ile desteklenmesini ve kişiye yaşattığı o manevi hâlleri.
Michaela da halvette iken dert ettiği birçok şeyin ne kadar boş olduğunu görüyor.
Tüm olağan yaşantısını süzgeçten geçiriyor ve hayatını halvet öncesi ve sonrası diye ikiye ayırıyor.
Dünya yaşamı diye gözümüzde büyüttüğümüz şu hayata, farklı taraftan bakmayı öğreniyor.
Öyle ya halvetteyken yaşadıkları, gördükleri ve ona açılan kapılar normal yaşamına döndükten sonra kim bilir nasıl bir bakış açısı kazandırır insana.
Halvette iken mi çok daha kolaydır inandığının farkında olmak yoksa halvet sonrası normal yaşama devam ederken mi diye soruyorum kendime?
Hakikatin, kendini sürekli bir yere kapatarak değil de helâl ve haramın yumak olduğu toplum içinde idrak edilmesi daha evlâ sanırım…
Öyle ya her şey olması gerektiği gibi yerinde ve merkezinde…