İşyerindeydim. Oturduğum yerden Setbaşı Köprüsü’nün üstünün ve altının sadece bir kısmını görebiliyor ve dışarıyı izliyordum.
O sırada çalışma arkadaşlarımdan biri içeri girdi ve hatırımı sordu.
“Eğer deprem olur, bina yıkılırsa buradan zor çıkarım, muhtemelen de ölürüm diye düşünüyordum” diye cevap verince “Hayırdır sen hiç böyle şeyler söylemezdin” dedi. Evet söylemezdim…
Yangın felaketi, dünyayı alarma geçiren virüs tehlikesi, şehit haberleri, çığ altında kalanlar, uçak kazası, ülkemizin farklı yerlerinde devam eden depremler ve sarsıntılar “umut hep var” diyen beni bile sarstı.
Tüm bu olanları düşünürken “acaba kıyamet böyle bir şey mi, tüm bu olanlar artarak devam edecek ve o gün geldiğinde biz farkına bile varmayacak mıyız” dedim kendi kendime.
“Kıyamete dair ayetlerin tefsirlerini incelemek gerek” deyip işime döndüm sonra. Akşama doğru İlahiyat alanından arkadaşların olduğu bir toplulukta arkadaşlardan birinin şöyle bir sorusuna denk geldim: “Kıyametin ta kendisi asla kopmaması olabilir mi?”
Farabi, İbn Sina gibi filozoflardan etkilendiğini ve “Kafası karışık İlahiyatçı” diye bazı kimseler tarafından tekfir edildiğini görünce daha da ilgiyle izlemeye başladım tartışmayı.
En sonunda tartışmanın vardığı nokta şuydu: “Kıyametin olmama olasılığı fikri kıyametin varlığını yok sayar, dolayısı ile olmayan bir şeyin varlığı üzerine ayetlerin olması Kur’an ve Allah’ın vaadi ile ters düşer.”
Kur’an’ı incelediğim zaman ise kıyametten apaçık bir şekilde bahsettiğini gördüm:
“Kıyamet’in ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. Senin neyine gerek onun zamanını bildirmek. Onun nihayeti ancak rabbine aittir” (79 Nâziât, 44).
“Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz Allah katındadır” (31 lokman, 34)
Kıyamet, Kur’an’daki anlamıyla diriliş demektir. O anda insanlar “Gerçek hayat”a geçiş yaparlar. Arapçadaki anlamı ise ayağa kalkmadır. Yaşadığını zanneden bizler diğer boyuta geçiş yapacak, daha önce ruh ile beden ayrılığını yaşayanlar ise yattıkları yerden kalkacaktır.
Allah Kur’an’da kıyamet gününe dair alametlerden ziyade insanı sürekli yapıp etmelerinden dolayı uyarır ve akletmeye çağırır. Şiirsel bir biçimde anlatım biçimi de sürekli değişir. Öfkeyi de şefkati de ayetlerde açıkça görürüz.
“Yüzler vardır o gün parıltılı, Rabbine doğru bakan ve yüzler vardır o gün, asık/buruk; kendisine, bel kıracak bir hesap yöneleceğini sezinler.” (Kıyamet 22-25)
Son zamanlarda ciddi anlamda bir korku bulutu içinde yaşadığımızı görebiliyorum. Dolayısı ile Dünya’nın sonunun yaklaştığı fikri çok fazla dile gelir oldu. Korkunun bize kazandırdığı bir şey olmadığı için sanıyorum bu süreçte yapılacak şey vicdan sahibi ve güzel ahlaklı bireyler olmaya dair çaba göstermek ile toplumun refahı için iyiliğin yayılmasını sağlamaya çalışmak. Başka bir kurtuluş reçetemiz yok…
Gerisini Allah bilir…