Geçen akşam yakın zamanda tekrar beyaz perdeye aktarılmış olan “Orman çocuğu: Mogli’yi” izleyelim dedik. Açıkçası filmin bir öncekinden çok farklı olacağını düşünmemiştim. Gerçekten çok fazla değişiklik yapılmadan çekilmiş bir film olmasına rağmen; bir çocuk filmi için kan ve şiddet efektleri biraz rahatsız ediciydi. Ama benim için filmde en dikkat çekici olan kısım Mogli’nin kurt sürüsünden […]
Geçen akşam yakın zamanda tekrar beyaz perdeye aktarılmış olan “Orman çocuğu: Mogli’yi” izleyelim dedik. Açıkçası filmin bir öncekinden çok farklı olacağını düşünmemiştim. Gerçekten çok fazla değişiklik yapılmadan çekilmiş bir film olmasına rağmen; bir çocuk filmi için kan ve şiddet efektleri biraz rahatsız ediciydi.
Ama benim için filmde en dikkat çekici olan kısım Mogli’nin kurt sürüsünden ayrılıp, kabiledeki avcının eline düştükten sonra yaşadıklarıydı.
Önce vahşi bir hayvan gibi kafese kapatılan Mogli, zamanla kafesten çıkarıldı. Onu eğiterek kullanabileceğini fark eden avcı önce Mogli’ye kıyafet verdi, sonra da ayakkabı.
Bana göre esas dikkat çeken kısım buydu aslında. Zira avcının, Mogli’nin önüne ayakkabıları koyma sahnesi kesinlikle bir mesaj içeriyordu. Ayakkabı, vahşi çocuğun medeniyete geçişiydi ve belki de ruhunun kirlenmesine…
Aklıma bir sürü şey üşüştü aniden…
Birincisi: Rab; Musa peygambere şöyle sesleniyordu: “Gerçekten Ben, Ben senin Rabbinim. Nalınlarını (pabuçlarını) çıkar (ve nefsi-dünyevi bağımlılıklarını bırak da öyle gel) ; çünkü sen, kutsal olan Tuva vadisindesin!” (şeklinde seslenildi.) (Tâ-Hâ Suresi 12. Ayet)
İkincisi: Yıllar önce Tibetli bir rahip-doktorun yazmış olduğu bir kitap okumuştum: Üçüncü göz. Küçük yaşlarda manastırda eğitimi başlayan ve üçüncü gözü çeşitli çalışmalar sonucu açılan bu rahip-doktor, kişilerin manyetik alanlarını görüyor, ruh hâli ve hastalığı ile ilgili durum bildiriyordu. Okuduklarıma göre Tibet’te doktorlar hastalara bakmak için değil kişilerin hastalanmaması için çaba gösterirmiş. Yani kişinin hastalanması doktorun işini iyi yapamadığını gösteriyormuş. Her neyse…
Esas ilginç olan ise o sıralarda Tibet’e gelecek olan Batılı bir misafirin gerçekte niyetinin ne olduğunu anlamak için perde arkasına rahip-doktoru gizleyerek, Batılı misafirin manyetik alanını izlemesini istiyorlar. Lobsang; zahiri olarak Batılı misafirin bacaklarını boru gibi vücudunu saran bir şeye sokmuş olduğunu, ayaklarında ise çok çirkin görünen iki adet siyah nesne olduğunu görüyor. Manyetik alanda ise bu iki siyah nesne(ayakkabı) ve boru gibi olan şeyin (pantolon) kan dolaşımını etkilediğini görüyor.
Bu konuyla ilgili betimlemeler uzun. Ama benim genel olarak anladığım, kişinin modern ve medeni anlamda giydiği birçok kıyafet vücudun işleyişini aksatıyor.
Üçüncüsü: Marlo Morgan, ”Bir çift yürek” isimli kitabında, çölde yürümeye başlamadan önce Aborjinler’ in (Avustralya yerlileri) onun üzerindeki bütün kıyafetleri çıkarttırdıklarını ve büyük bir ateşte yaktıklarını anlatır. Üzerlerinde bir peştemal ve çıplak ayakla günlerce yürürler. Bu yürüyüş, onun iç dünyasında ve maddi anlamda değer verdiği ne varsa değişime uğramasına sebep olur. Modern yaşamına tekrar döndüğünde ise her şey daha farklıdır.
Aborjin yerlileri dâhil olmak üzere ilkel olarak addettiğimiz Kızılderililer, mistikler ve daha ismini bilmediğimiz niceleri…
Çıplak ayakları ile medeniyetten uzak ama bilgeliğe yakın ruhları insanın içini yumuşatıyor.
Çıplak ayaklı çingene dansçıları izleyip kendinden geçmek ve Kızılderililer’ in, Aborjinler’ in o bilge sözlerini okuyup hayatın içinden dersler çıkarmak çok ama çok güzel.
Ama seçim yapmak gerekirse hepimiz “Ayakkabılı dünyayı” seçiyoruz. Belki alışkanlıklar, belki seküler dünyanın çekiciliği, sebep her ne ise yalın ayak koşmayı seçmek ciddi ve zor bir karar. Eğer avcı bana uzatsaydı o bir çift ayakkabıyı, giymeyebilirdim. Lâkin şu anda sahip olduklarımı da silip atmak kolay değil.
Belki bir gün başa, en başa döner; üzerimizden bütün yükleri atar ve yalın ayak koşarız… Bilemiyorum…
Galiba şu an için bizler sadece vecd hâlinde iken yalın ayaklığı seçen ya da uzaktan izlemeyi tercih eden bir grup korkağız… Kim bilir…