Türkiye’nin, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27. Taraflar Konferansı (COP27) sürecinde güncellenmiş ulusal katkı beyanını açıklaması ve bu kapsamda 2030’a yönelik somut ve iddialı bir mutlak emisyon azaltım hedefi açıklaması bekleniyor.
COP27, bu yıl Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde 6-18 Kasım tarihlerinde düzenlenecek. İklim değişikliğiyle mücadelenin sekteye uğramaması ve küresel sıcaklık artışını yüzyıl sonuna kadar 1,5 dereceyle sınırlandırma hedefine yönelik planların hayata geçmesinde kararlılığın ortaya konulması için kritik önemde olan zirveye, 100’ün üzerinde devlet ve hükümet lideri ve 40 binin üzerinde kişinin katılması bekleniyor.
En yüksek katılımcı sayısına ulaşılan iklim zirvelerinden biri olacağı öngörülen COP27, ülkelerin, enerji, tedarik, hayat pahalılığı ve Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaş nedeniyle birçok zorlukla aynı anda mücadele ettiği bir dönemde gerçekleştirilecek.
Böyle bir dönemde liderler ve politika yapıcıların mevcut krizlerin gerektirdiği acil önlemleri alırken, dünyanın en büyük sorunu olan iklim kriziyle mücadeleyi geri plana atmayan politikalar izlemesi kritik önem taşıyor.
“Çoklu kriz” döneminde yapılan COP27’nin gündemi ve Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele politikalarına ilişkin AA muhabirinin sorularını yanıtlayan İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin, geçen yılki zirvede ülkelerin ulusal katkı beyanlarını güçlendirmeleri yönünde karar alınmasına rağmen sadece 24 ülkenin bu kararın gereğini yerine getirdiğini söyledi.
COP27 sırasında diğer ülkelerin de 1,5 derece hedefine uygun yeni emisyon azaltım hedefleri açıklamalarının en önemli beklenti olduğunu dile getiren Şahin, kömür dahil tüm yeni fosil yatırımlarının durması ve 2050’ye kadar bu yakıtların kullanımının büyük ölçüde azaltılmasının bir zorunluluk olarak BM İklim Konferansı çerçevesinde kabul edilmesinin önemine işaret etti.
Şahin, bu yıl az gelişmiş ülkelerin iklim felaketleri nedeniyle uğradığı büyük ekonomik kayıpların, iklim krizinin ortaya çıkmasında tarihsel sorumluluğu en yüksek olan gelişmiş Batı ülkeleri tarafından tazmin edilmesi anlamına gelen Kayıp ve Zarar Mekanizması’na fon ayrılması konusunun da en önemli tartışma başlıklarından olacağını belirtti.
Türkiye’nin kömürden çıkış ve 2050’lerde net sıfır hedefine ulaşma konusunda net bir pozisyon alarak bu kararları desteklemesinin çok önemli olacağını söyleyen Şahin, şöyle devam etti:
“Geçen sene bu yöndeki kararlar Türkiye’nin de desteğiyle geçmişti. Türkiye’nin Kayıp ve Zarar Mekanizması konusunda az gelişmiş ülkelerin yanında olması önemli bir fark yaratabilir. Ancak Türkiye, kömürden çıkış politikasını henüz benimsemedi ve ulusal katkı beyanını henüz güncellemedi. Türkiye’nin netleşmek için daha hızlı ve kararlı adımlar atması gerekiyor. Türkiye’nin COP26’dan bu yana üzerinde çalıştığı ulusal katkı beyanını COP27 bitmeden yapacağını ve 2030’a kadar mutlak azaltım hedefi alınacağını umuyoruz. Artık bunun yüzde kaç olduğu da çok önemli değil, yeter ki 2030’da önceki bir tarihe, örneğin 2020 seviyesine göre daha az sera gazı salacağımızı, yani emisyonlarımızı 2030’dan önce tepe noktasına çıkaracağımızı ilan edelim. Eğer Türkiye güncellenmiş beyanında 2015’teki ilk beyanda olduğu gibi yüksek tutulmuş bir referans senaryodan ‘artıştan azaltım’ hedefi açıklarsa, ekonomimizin yeşil dönüşümü için büyük bir şansı yine kaçırmış oluruz. Çünkü böyle bir hedef, yine 2030’a kadar emisyonlarımızı artırmaya devam edeceğimizi ilan etmek anlamına gelecektir.”
Şahin, Türkiye’nin, ekonomisini de çok olumlu etkileyeceğini herkesin kabul ettiği yeşil dönüşüm için kaybedecek bir gününün bile olmadığını ifade etti.
Türkiye’nin 2030’da karbondioksit emisyonlarını 2018 seviyesine göre yüzde 32 azaltabileceğini ve bunun da enerji güvenliği ve ekonomi açısından sorun yaratmayacağını İPM’nin raporunda ortaya koyduklarını söyleyen Şahin, “Bunu başarmak için formül çok basit. Kömürün enerji üretiminde kullanımına 2035’e kadar son vermek için bir planlama yapmak, yeni kömürlü termik santral yatırımı yapmamak, rüzgar ve güneş başta olmak üzere yenilenebilir enerji kurulum hedeflerini bugünkünün 3-4 katına çıkarmak ve bunun için gerekli teşvikleri planlamak, yenilenebilir enerjinin sisteme entegrasyonunu kolaylaştırmak için enerji depolama yatırımlarına başlamak, ulaşımda toplu taşımayı, yük taşımada demir yolunu çok daha fazla kullanmak, elektrikli otomobil satışları için 2030’a kadar en az yüzde 20 gibi bir hedef koymak ve binalarda ve sanayide enerji verimliliği için aktif politikalar izlemek.” diye konuştu.
Şahin, bunların Türkiye için yeni başlıklar olmadığını ve ülkede yeterli uzmanlık birikimi, ekonomik aktör ve teknolojinin bulunduğunu vurgulayarak, “Finansman da aslında sorun değil çünkü mevcut finansman olanaklarını bir yerden diğerine kaydırmakla ilgili. Bu da tamamen siyasi kararlılıkla başarılabilecek bir şey. Çözüm yolunda gerçekçi hedefleri kararlı biçimde ilan etmek mevcut işlerinin bozulacağından çekinen kesimlerin direncini bir günde kıracaktır.” değerlendirmesinde bulundu.
ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi (İİBF) İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ebru Voyvoda da COP27’de Türkiye’nin yeni ulusal katkı beyanı açıklayacak ülkeler arasında olmasının beklendiğini ifade ederek, “Türkiye’nin hem 2030 gibi ara tarihler hem de hedefler açısından somut ve iddialı bir hedef açıklamasını bekliyorum. Somut ve iddialı bir hedef, Türkiye ekonomisini Avrupa Birliği’nde (AB) olduğu gibi ciddi bir teknolojik, finansal ve yapısal dönüşüm patikasına sokabilecek, böylece ekonomik büyüme ve iklim hedefleri açısından olumlu bir yöne girmesini sağlayacaktır.” dedi.
Türkiye için mevcut enerji krizi konjonktürünü avantaja çevirecek ve 2030’da 2020’ye kıyasla yüzde 35 emisyon azaltımı hedefi sağlanabilecek patikaların öncelikle elektrik üretiminde hızla kömürden çıkılması ve yenilenebilir enerji kapasitesinin artırılmasına bağlı olduğunu belirten Voyvoda, şunları kaydetti:
“Bunun yanında ulaşım sistemlerinde toplu taşıma ve elektrikli araçlara geçiş, binalarda izolasyon ve yenileme projeleri ile enerji talebinin azaltılması ve sanayide yine mümkün olan teknolojilerle doğrudan yenilenebilir kaynakların kullanılması önemli görünüyor. Enerji krizi gerek ABD gerekse AB’de yeni ve temiz teknolojilere olan desteklerin sanayi ve elektrik üretimi için önemi ölçüde artışına sebep oldu. Türkiye’nin bu gelişmelerin dışında kalması hem iklim hem de ekonomik büyüme açısından talihsizlik anlamına gelecektir.”