Düşünür yazar Metin Önal Mengüşoğlu’nun konuşmacı olarak katıldığı, “Düşünmek Farzdır” konulu söyleşi geçen hafta Yedi Hilal İnegöl şubesi tarafından gerçekleştirildi. Onlarca genç izleyicinin de hazır bulunduğu söyleşide, Mengüşoğlu günümüz Müslüman toplumun Kur’an’ı anlama ve yaşama konusundaki sıkıntılarını dile getirdi.
Mengüşoğlu, söyleşide şu ifadeleri kullandı: “Düşünmek farzdır, niye farzdır derseniz, bir defa bunu ilk söyleyen ben değilim, ilk mucidi ben değilim. İslam Düşünce Rehberi kitabını sahih bir biçimde inceleyenler, İmam Gazali’den, İbn-i Rüşd’e kadar böyle çok değerli isimlerin ciddi metinlerine ulaşırlarsa, İbn-i rüşde’lerin, İmam Gazali’lerin düşünme hadisesinin mü’minler üzerine farz olduğunu söylediğini görürler. Bu benim icad ettiğim bir şey değil. Sadece İslam kültür dünyasında unutulduğu için maalesef yeniden hatırlatmak babından eserimin bir fonksiyonu olabilir. Niye farz, niçin farz? diye sorulabilir. Ünlü Menar müfessirlerinden Reşid Rıza’nın bir tespiti var. Diyor ki, Kitab-ı Mukaddes’te, Kitab-ı Mukaddes olarak kastettiği şey, muharref (tahrif edilmiş, değiştirilmiş) olarak Zebur, İncil ve Tavrat’ı ihtiva eden müşterek kitaptır. Diyor ki Reşit Rıza, Kitab-ı Mukaddes’te akıl ve türevleriyle alakalı tek bir kelime dahi yoktur. İnsanları duygularından yakalayan, duygu sömürüsü yapan muharref metinlerdir onlar”
“Gerçekten biraz Hıristiyan teolojisine ve ritüellerine, yahudi/musevi veya siyonist teolojisine ve ritüellerine baktığınız zaman, bir kep takmadan dindar olunamaz Yahudilerde” ifadeleri ile konuşmasını sürdüren Mengüşoğlu, “Ağlama duvarının önünde ellerine aldıkları o duygusal metni avazla okuyarak ibadet ederler. Hıristiyanlarsa, bir istavroz, bir İsa, Meryem tasviri bulamadan ibadet edemezler. Tabi onlar hayatı ikiye bölerler. Kutsal ve profan. Kutsal hayat kilise ve havradadır. Profan hayat dışarıdadır. Dışarıdaki hayata din karışmaz, tanrı da karışmaz. Tanrı kilisededir, kiliseye girene karışır. Nitekim dışarıda kirlenirsin. Kiliseye gider temizlenirsin. Kirlenir, temizlenir, kirlenir, temizlenirsin. Kutsal ve Profan iki dünya arasındadır. Akıl ve türevleriyle alakalı tek kelime yoktur der Kıtab-ı Mukaddes’te. Kur’an’ı Kerim’de 750 den fazla ilimle alakalı kavram vardır. 450’den fazla doğrudan düşünmeyi alakadar eden kelime vardır. Kur’an’ı Kerim’in her 6 ayeti kerimesinden bir tanesi düşünmeye dairdir. Bu küllü büyük bir iddia gibi görünebilir. Bakılabilir, incelenebilir. Bugün ya da yarın denilebilir ki bana, altıda bir dedin ama yedide birmiş. Allah razı olsun diye dua ederim. Bir müellif beşte bir diyor. Ben altıda bir diyorum. Dolayısıyla elimizdeki ilahi vahyin, son peygamberin getirdiği son ilahi vahyin tamamı, insanoğlunun düşünmesi ile alakalı, İnsanoğlunu düşünmeye ve ilme davet eden bir metindir. O bakımdan düşünmek farzdır. Mesela ben bu kitabımı yazdıktan sonra bir çok alim “Bunun aksini söyleyen mi var?” dediler. Dedim, aksini söyleyen yokta aslını söyleyen var mı!? Nasıl dediler… Dedim, Siz 32 farzın içine bunu sokmuş musunuz? Cihad’ı da sokmamışsınız dedim. Peki cihad Hz. Peygamberin dilinde nasıl bir ibadettir. Ondan büyük ibadet göremiyorum diyor. En büyük cihad zalim sultana karşı Hak’kı söylemektir sizin Resulünüz sizin kitaplarınızda. İtibar ettiğiniz kitaplarda bunlar var. 32 farzın içine koymamışsınız” dedi.
Mengüşoğlu, “Nazım’dan bir örnek vereyim. Nazım Hikmet İslami hayatı olmayan bir ailenin çocuğu olmasına rağmen, çocukluktan kurtuluş yıllarında, şiir ile uğraşıyor ve Bismillah, Allahu Ekber filan gibi böyle İslami motifli şiirler yazıyor. Nazım Hikmet’in sanat hayatı böyle başlıyor. Heybeliada’da Yahya Kemal’in öğrencisidir Necip Fazıl ile birlikte. Yahya Kemal ile Nazım’ın annesi arasındaki gizli ve çirkin gayri meşru münasebetten dolayı Yahya Kemal’e, Yahya Kemal’in öğretisine yavaş yavaş tepki duyuyor. O Bismillah, Allahu Ekber şiirlerini yazmış. Karalamış. Günün birinde öyle bir şey söylüyor ki, o da benim yüreğimde ayrı bir yaradır. Onun için “Nazım’ın vebali kimin boynuna?” yazısını yazmışımdır. “Anlamaya başlıyorum, inanmayı yitirmenin pahasına” diyor. O eski kulvarı terk edip, yeni kulvarı seçtiği gün söylediği söz budur. Şimdi Nazım, inanmanın, körü körüne, dogmatik bir biçimde, bir inceleme ve araştırma mevzuu olmaksızın benimseme olduğunu düşündüğü için, gördüğü için toplumda yaşanan inancın kör bir kabul olduğunu gördüğü için, bu kör kabulü reddediyor ve anlama yönünde bir tercih yapıyor. Bu aslında bütün ’Ben Müslümanım’ diyen topluma dokunmalı, bütün ‘Ben Müslümanım’ diyen toplum Nazım’ın vebalini boynuna almalıdır” ifadelerini kullanarak konuşmasını sonlandırdı.