Diriliş Postası yazarı İsmail Yaşa “BAE’nin perşembe ayini”, Yeni Şafak yazarı Taha Kılınç “Dua günü” adlı köşe yazılarında, BAE’nin Kovid-19’a karşı dinlerin mensuplarını toplayarak Perşembe günü yaptığı ayini kaleme aldı. İki yazar, BAE’nin girişiminin ilk bakışta şirin göründüğü ancak altında çok farklı emellerin olduğu konusunda mutabık kaldı. Yazarlar, BAE’nin kirli işlerini böyle gizlemeye çalıştığını belirtti.
Her iki yazar da BAE‘nin bu girişiminin İslam’ı tahrip ettiğini söylerken, İsmail Yaşa konuya farklı bir açıdan da yaklaştı. Yaşa yazısında, “Bu genel amaca bir de bugünlerde koronavirüs salgınıyla mücadele için dünyanın dört bir yanına gönderdiği yardımlarla dikkat çeken Türkiye‘den rol çalma çabasını ekleyebiliriz” ifadelerini kullandı.
İŞTE İSMAİL YAŞA’NIN O YAZISI;
Koronavirüs salgını sebebiyle dünya genelinde hayatını kaybedenlerin sayısı 300 bini aşarken Birleşik Arap Emirlikleri’nden geçen hafta ilginç bir çağrı geldi.
Merkezi Abu Dhabi’de bulunan “İnsanlık Kardeşliği Komitesi”, tüm dinlerin mensuplarını salgının sona ermesi ve dünyanın yeniden istikrara kavuşması için 14 Mayıs Perşembe günü duaya davet etti.
Müslümanların iki rekât namaz kılıp ardından Allah’a dua edecekleri belirtildi fakat diğer dinlerin mensuplarının o gün nasıl ayin yapacakları hakkında herhangi bir bilgi verilmedi.
Sadece herkesin bulunduğu yerde kendi inancına göre dua etmesi talep edildi.
Çağrıyı yapan komite Abu Dhabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in girişimiyle el-Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib ve Papa Franciscus tarafından imzalanan “İnsanlık Kardeşliği Belgesi” uyarınca kurulmuş, amacı da “dünya barışına ve ortak yaşama hizmet etmek” olarak ilan edilmişti.
BAE, uzun süredir “dinleri birleştirip yeni bir din icat etmek” şeklinde özetlenebilecek bir amacın peşinde.
“Ortak ayin” için cuma, cumartesi ya da pazar günlerinden biri yerine perşembenin seçilmesi de duanın diğer dinlerde kutsal kabul edilen bir güne denk gelmemesi çabasından kaynaklanıyor.
Sahip olduğu zenginlikle her şeyi yapabileceğini ve dünyaya nizam verebileceğini zanneden BAE yönetimi, “hoşgörü”, “barış”, “insanlık” ve benzeri kavramları kullanarak nev-i şahsına münhasır bir inanç sistemini de yine paranın gücüyle yayma peşinde.
Fakat asıl amacı gerçek yüzünü maskelemek, bölgede oynadığı kirli ve kanlı rolü perdeleyerek dünyaya şirin görünmek.
Bu genel amaca bir de bugünlerde koronavirüs salgınıyla mücadele için dünyanın dört bir yanına gönderdiği yardımlarla dikkat çeken Türkiye’den rol çalma çabasını ekleyebiliriz.
“Perşembe ayini” BAE’nin ilk “karma din” girişimi değil.
Geçen yıl da başkent Abu Dhabi’de “İbrahim Ailesinin Evi” adlı bir projenin inşa edileceğini duyurmuştu.
Projeye göre Müslümanlık, Hristiyanlık ve Yahudilik inançlarına sahip olanlar için inşa edilecek üç binadan biri cami, diğeri kilise ve üçüncüsü de sinagog olacak.
Böylece her üç dinin mensupları bir arada ibadet edecekler.
Papa Franciscus ve el-Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib’in yanında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Lübnan eski Başbakanı Saad el-Hariri gibi isimlerin de destek verdiği çağrıya pek fazla icabet eden olmadı.
Bilakis Muhammed bin Zayed’in salgının sona ermesi için hep birlikte dua edilmesini istemesi Arap sokağında alay konusu oldu.
Kimileri BAE’nin koronavirüsten daha tehlikeli olduğunu, kimileri de insanların salgından değil daha çok “Abu Dhabi’nin şerrinden kurtulmak için” dua edeceklerini söyledi.
Ayrıca BAE’li İslami ilimler öğrencileri yayınladıkları bildiriyle “perşembe ayini” girişimine karşı çıktı ve sakıncalarını delilleriyle sıraladı.
Muhammed bin Zayed’in tüm insanlara yaptığı “koronavirüs ayini” çağrısı ciddiye alınmasa ve fiyaskoyla sonuçlansa da BAE’yi yöneten zihniyeti deşifre açısından önemli.
Müslüman Kardeşler cemaatini “dini siyasete alet etmek” ile suçlayan Abu Dhabi, kendi çıkarları için “İslam’ı tahrif etme” girişiminde bulunmaktan dahi çekinmiyor.
İŞTE TAHA KILINÇ’IN O YAZISI;
İki gün önce (14 Mayıs Perşembe), Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ilginç bir dua seansına sahne oldu. BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zâyed’in (MBZ) yakın danışmanlarından Dr. Faruk Hamda ve ekibinin organize ettiği “koronavirüse karşı insanlığın selâmeti için” temalı seansa, dünyanın her yerinden ve her dinden insanlar katıldı. İnternet ortamında, MBZ’nin görevlendirdiği Süleyman Câsim’in moderatörlüğünü yaptığı dua öncesinde, BAE Hoşgörü Bakanı Şeyh Nahyan bin Mubârek Nahyan da söz aldı. Seansın konsepti gereği her din mensubu kendi inancının usulleri çerçevesinde duasını gerçekleştirirken, Müslümanlardan Yahudilere, Katoliklerden Hindulara epey kalabalık bir ekip, dua için ekran başındaydı.
Resmî adıyla “Koronavirüse Karşı Evrensel Dua Günü”, Katolik dünyasının ruhanî lideri Papa Francis’in geçtiğimiz yıl 3-5 Şubat tarihleri arasında BAE’yi ziyareti sonrasında oluşturulan “İnsanlığın Kardeşliği Yüksek Komitesi”nin bir icadıydı. Komitenin MBZ tarafından atanan başkanı Muhammed Abdusselâm, ay başında bütün dünyaya çağrıda bulunarak, koronavirüse karşı ortak dua önermiş, katılım için de bir Internet sitesi kurulmuştu. (“İnsanlığın Kardeşliği Yüksek Komitesi”, tanıtım bültenlerinde yer aldığı kadarıyla şu gayeler için çalışıyor: Barış, birlikte var olma, dünya vatandaşlığı ve insanlığın kardeşliği.)
Bölgemiz ve BAE’nin izlediği yıkıcı politikalar hakkında hiçbir şey bilmeksizin manzaraya baktığınızda, “Ne var ki bunda? Ne güzel işte” demek mümkün. Ama gelin görün ki, “insanlığın selâmeti için bütün dünyayı aynı çatı altında dua etmeye” çağıran BAE, aynı zamanda Yemen’den Libya’ya, Suriye’den Somali’ye bir yandan da her ülkenin altını üstüne getirmeye çalışan bir siyaset takip ediyorsa, o zaman “dua seansları”nın hem dünyanın gözünü boyama girişimi hem de yeni bir “din dizaynı çabası” olduğunu söylemek gerekiyor. Öbür türlüsü, Orta Doğu coğrafyasının yakıcı gerçeklerine hiç münasip düşmeyecek bir saflık olur.
BAE’nin sponsorluk yaptığı “dünya dinlerinin kardeşliği” projesi, İslâm âleminin yeni karşılaştığı bir durum değil. Bizdeki FETÖ tecrübesinde olduğu gibi, amaç, İslâm’ın ve Müslümanların “uluslararası sistem”e herhangi bir alternatif getirmek gücünden mahrum bırakılması için elden gelen her şeyin yapılması. Bu projede, dinler sözde “kardeş” olurken, kendinden veren, geri adım atan, iddialarından vazgeçen ve elindeki yitirenler her zaman Müslümanlar. Çünkü hedef tam da bu. “Kardeş” olunan dinlerin Hristiyan, Yahudi, Hindu vs. mensupları mevzi kazanmayı sürdürürken, alttan almak zorunda kalan, özür diler pozisyona sürüklenen, görüşlerini ve yorumlarını revize etmek durumunda bulunanlar hep Müslümanlar. Çünkü, her şey “İslâm’ı budamak” için.
BAE’nin Arap dünyasında soyunduğu, yedeğine Mısır ve Suudi Arabistan’ı da alarak gerçekleştirmeye çalıştığı, yeni yetişen genç nesilleri güdülediği bu hedef, bölgede yürüttüğü mücadelenin de ana motivasyonlarından birini oluşturuyor. “Siyasal İslâm” adı verilen heyulayla savaşmak için, uluslararası sisteme alternatif getiren her türlü Müslümanca siyaset yorumunu “terör”le ilişkilendiren bu bakış, İslâm’ı camiye, duaya ve gözyaşına hapsederek, kitlelerin “din ihtiyacı”nı duygusal ve hamasî yöntemlerle tatmin etmeye odaklanıyor. Biz, buna da aşinayız.
(BAE’nin sözde “Siyasal İslâm’la mücadele” adı altında başlattığı vahşi dış politikanın kurbanlarından Katar, başkent Doha’dan yayın yapan El Cezire televizyonu üzerinden geçtiğimiz günlerde paylaştığı animasyonda, tümüyle İran’a yaklaştığının çarpıcı bir işaretini verdi. Kâsım Süleymânî’nin “mücahit” olarak övüldüğü animasyonda kullanılan görüntülerin, İranlı generalin harabeye dönmüş Halep’in yıkıntıları arasında gezinirken çekilen fotoğraflarından kopyalanması dikkat çekti. BAE’nin başını çektiği Katar karşıtı cephe, Doha’yı “İran’a yardım” ile suçlarken, BAE’nin bizzat kendisi Şam’daki büyükelçiliğini yıllar sonra yeniden açtı. Katar, normalde daha dengeli bir politika takip edebilecekken, böylece İran’ın kucağına savruluyor, BAE ise kendisi İran ve Suriye’yle de ilişkileri derinleştiriyordu.)
BAE ve şürekâsının uyguladığı politikaların sonuçları, önümüzdeki on yıllar boyunca bölgemizde derinlemesine hissedilecek. Siyasî, askerî, dinî ve sosyal her alanda. Söz konusu agresif politikaların dinî ayağını garantiye almak için BAE tarafından kurulan ve yukarıda sözünü ettiğim “din dizaynı”nı kurumsal hale getiren “Meclis-i Hukemâi’l-Muslimîn” (Müslüman Hakîmler Meclisi) ise, müstakil bir yazının konusu olacak kadar önemli.