İshakpaşa Eğitim Bilim Kültür ve Yardımlaşma Derneği, her Cumartesi günü düzenli olarak devam ettirdiği merkezi sohbetlerine bu hafta bir yenisi daha ekledi. Sohbetini anlatımını üstlenen Dr. Osman Hayri Uybadin, mezheplerle ilgili verdiği sohbette, “Mezhep konusu esasen sıradan müslümanı çok ilgilendiren bir husus değildir. Onlara gereken şey kendi bildiklerine göre değil, ulemanın onlara bildirdiklerine göre İslâm’ı anlamak ve yaşamaktır. Bu sebeple ‘Avamın mezhebi olmaz’ denilmiştir” dedi.
Cumartesi günleri merkezi sohbetlerine devam eden İshakpaşa Eğitim Bilim Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin geçtiğim günkü konuğu Dr. Osman Hayri Uybadin oldu.
AVAMIN MEZHEBİ OLMAZ
Mezheplerle ilgili sohbet veren Hayri Uybadin, “Sahabe müçtehitleri sonraki neslin (Tabiîn’in) müçtehitlerini, onlar da bir sonraki neslin müçtehitlerini yetiştirmişlerdir. Her müçtehit alimin etrafında yetişen ilim adamları, daha çok onun etkisi altında kalmış ve onun içtihadlarını esas almıştır. Hicri ikinci asrın ortalarına doğru hayatta olan müçtehit imamlar, içtihat usullerini yavaş yavaş şekillendirmeye başlamışlar ve talebeleri onların içtihatlarını ve hüküm çıkarma yöntemlerini yazıya dökmüş, böylece mezhepler sistemleşmiştir. Mezhep, geniş anlamıyla “gidilen yol” anlamına gelir. Kur’an ve Sünnet’i anlamada ve hayata uygulamada belli bir yöntem ve o yönteme göre elde edilmiş hükümler bütünü demektir. Ebu Hanife’nin mezhebi, Malikî mezhebi, Şafiî mezhebi, Hanbelî mezhebi dendiğinde hep bu mana kastedilir. Mezhep konusu esasen sıradan müslümanı çok ilgilendiren bir husus değildir. Onlara gereken şey kendi bildiklerine göre değil, ulemanın onlara bildirdiklerine göre İslâm’ı anlamak ve yaşamaktır. Bu sebeple “Avamın mezhebi olmaz.” denilmiştir. Zira onlar için mezhep, alimin bildirdiği hükümdür. Kur’an ve Sünnet’te hükmü açıkça bildirilmiş olan meselelerde mezhepler arasında hüküm farklılığı söz konusu olmaz. Açıkça ortaya konulmamış olan meseleler hakkında ise farklı görüşler bulunabilir. İslâm tarihinde pek çok müçtehit yetişmiştir. Bunların bir kısmına nispet edilen mezhepler vardır. Hasanu’l-Basrî mezhebi, Evzaî mezhebi, Sevrî mezhebi, Taberî mezhebi, İbn Ebi Leyla mezhebi gibi… Fakat bu saydıklarımız, günümüze kadar yaşayamayan, müntesibi kalmayan mezheplerdir. Ehl-i Sünnet arasında takip edilen meşhur dört mezhep kalmıştır: Hanefî, Malikî, Şafiî ve Hanbelî mezhebi. Bütün bu mezhep imamları ve bu mezheplerde yetişmiş olan müçtehitler birbirlerinden faydalanmışlar ve birbirlerine karşı saygı ve sevgide kusur etmemişlerdir. Bu güzel ilişki, bazı istisnalar bir tarafa konulursa, onların yolunu takip eden müslümanlar tarafından da günümüze kadar devam ettirilmiştir”
BİR MEZHEBE BAĞLILIK
“Bir müslüman, ilmi seviyesi bakımından ya müçtehittir veya değildir. Müçtehit olan müslümanın kendi içtihadına göre, yani araştırması sonucunda vardığı hükme göre amel etmesi farzdır. Müçtehit olmayan bir kimsenin de bir müçtehidin içtihadına uyması farzdır. Şöyle bir soru sorulmaktadır: Bir müslüman bir mezhebe bağlı olmaksızın kolayına gelen içtihatlar ile amel etse caiz olur mu? “Telfik” ismi verilen bu durumu alimlerimiz doğru bulmamıştır. Çünkü hüküm tercih etmek de içtihadın bir derecesidir, müçtehit olmayı gerektirir. Ayrıca bu anlayış bir taraftan insanın manevi hayatında tutarsızlıklara sebep olur, diğer taraftan da dini hafife alma sonucunu doğurur. Bir mezhebe bağlılık dinî yaşantıda asla darlık değildir. Aksine, anlayış ve uygulama bakımından mümini savrulmaktan koruyan, amel bütünlüğü ve kalp huzuru sağlayan güzel bir bağlılıktır. Zaten zaruret veya ihtiyaç hallerinde, ehliyetli ve takva sahibi bir alimin yol göstermesi ile diğer mezheplerin içtihatlarından faydalanmak da her zaman mümkündür. Kısaca, müslüman, bir mezhebe bağlılıkla dinî hayatında tutarsızlıklardan kurtulur, nefsinin ve şeytanın tuzaklarına karşı korunur, hem de Allah’ın dinine karşı ciddiyetinde ve samimiyetinde oluşabilecek zedelenme şüphesini ortadan kaldırmış olur” dedi.