İnegöl Kent Konseyi tarafından önceki gün Kent Müzesi Çok Amaçlı Salonunda ‘Aile İçi İletişim, Problemler ve Önleyici Aile’ konulu seminer düzenlendi. Düzenlenin seminerin açılış konuşmasını gerçekleştiren Kent Konseyi Başkanı Haydar Cerrah, “İnegöl’de her 5 çiftten 1’i boşanıyor” dedi.
Önceki gün saat 19.00’da düzenlenen seminere Belediye Başkan Yardımcısı Eşref Yiğit, Halk Eğitim Merkezi Müdürü Burhanettin Özdemir, İNGAZ Genel Müdürü Faruk Coşkun ile çok sayıda vatandaş katıldı.
HER 5 KİŞİDEN MAALESEF BİRİ BOŞANIYOR
Seminerin açış konuşmasını yapan Kent Konseyi Başkanı Haydar Cerrah, “Eskiden Avrupa’da aile yok diye konuşulurken, biz göğsümüzü gere gere Türkiye’deki aile yapısının güçlülüğünden ve en güçlü kurumumuzun da aile olduğundan dolayı övünürdük. Ve Avrupa’da olup biten aile trajedilerini duyunca da hayretler içerisinde kalırdık. Ne yazık ki bizde istemeyerek de olsa hızlı bir şekilde Avrupalılaşmaya doğru gidiyoruz. Şuan da Türkiye’nin batı bölgelerinde ki boşanma oranı yüzde 45’lerde, doğu bölgelerinde boşanma oranı yüzde 20’lerde. İnegöl’deki boşanma oranı da yüzde 20. İnegöl batıda ama biraz daha iyi görüyor. Yani her 5 kişiden maalesef biri boşanıyor. Bu gerçekten çok büyük bir tehlikedir. Yani 20 yıl, 30 yıl boyunca kızlarımız, erkeklerimiz çeyiz düzüyorlar. Ardından bir çırpıda boşanıveriyorlar. Bu üzerinde çok durulması gereken en önemli kurumlarımızdan birisidir. Şuanda da Türkiye için en büyük tehditlerden birisi de maalesef ailelerdir. Suça bulaşan çocuklarımızın yüzde 60’a yakını bu aile problemi yaşayan evlerin çocuklarıdır. Evde ciddi bir huzursuzluk var ve aile boşanmış, işte bu ailelerin çocuklarının yüzde 60’ı suça bulaşıyor. Bu çok büyük bir rakamdır. Yani siz aile yapısını düzeltirseniz Türkiye’de suç oranının çocuklar üzerinde yüzde 60’ını çözmüş olursunuz. Onun için ailelerin ne kadar önemli bir kurum olduğunun altını bir kez daha çizmek lazım. Ayrıca boşanan kadınlarla ilgili bir istatistik var. Boşanan kadınlarımızın yüzde 80’e yakını çalışan kadınlar. Bu enteresan bir şey. Biz hem çalışmayı hem de mutlu olmayı becerememişiz. Hani hep konuşuyoruz; kadınlar da çalışmalı, kadınlar da çalışabilir, bu konuda bir sıkıntı yok ama ortada böyle bir veri var. Gerçekten üzerinde çok düşünülmesi gereken bir konu. İnşallah hem çalışmayı hem de mutlu olmayı başarırız” dedi.
SÖZLEŞEMEYE DAYALI EVLİLİKLER KURMAYA İTECEK
‘Aile İçi İletişim, Problemler ve Önleyici Aile’ konulu seminerin konuşmacısı Psikolog Yazar Yrd. Doç. Dr. Mücahit Gültekin ise, Türkiye’de aile kurumu tehdit altında olduğunu belirterek, “Son 12 yıldır ailenin başına gelenleri kaygıyla takip ediyoruz. 2000 yılından bu yana yaklaşık 1 milyon 200 bin aile boşandı. Ülkemizde boşanma istatistiklerinin ilk kez tutulduğu 1930 yılından bu yana boşanma sayıları “oransal olarak” 10 kat artmış durumda. Evlilikler TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) bildirdiğine göre 5 yıl bile dayanmıyor. Buna bağlı olarak çocuk suçluluğunda da büyük bir artış var. Aile kontrolünden uzak kalan çocuklar uyuşturucu çeteleri ve haz simsarları için kolay lokma haline geliyor. Ailenin bu trajik çöküşü çok derin, çok korkutucu ve çok dramatik bir geleceğin bizi beklediğini gösteriyor. Eğer bu böyle devam ederse, ki yakın bir geleceğe kadar devam edeceğe benziyor, gelecekte bizi şöyle bir Türkiye bekliyor olacak; her şeyden önce boşanmalar normalleşecek. Evlilikler yüzde 50 boşanırım ihtimaliyle yapılacak. Bu durum bireyleri şirket ortaklığı kurar gibi sözleşemeye dayalı evlilikler kurmaya itecek. Evlere vefa ve fedakarlığın kalplere huzur veren iklimi değil, hesap ve kitabın ürettiği vehim ve gerginlik hakim olacak. Aile kurumu sorgulanmaya başlayacak. ‘Mademki boşanıyoruz, niye evlenelim ki?’ argümanının inandırıcılığı artacak. Uyuşturucu, fuhuş ve şiddet başta olmak üzere bütün adli suçlarda patlama olacak. Psikolojik problemlerde hızlı artışlar olacak. Panik atak, sosyal fobi, obsesyon gibi problemlerle birlikte bebeklik ve çocukluk depresyonu gibi yeni problemler de yaygınlaşacak. Geniş aile tarihe karıştığı gibi, anne-baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile de yavaş yavaş tarihin dışına itilecek” diye konuştu.
TEK ODA VE MUTFAKTAN MÜTEŞEKKİL STÜDYO EVLER GİDEREK ARTACAK
Sadece annesiyle yaşayan, sadece babasıyla yaşayan, sadece anneannesiyle yaşayan, sadece babaannesiyle yaşayan çocukların sayısının artacağını ifade eden Gültekin, “Evlerdeki huzursuzluk çocukların kalplerine sirayet edecek. Bilim adamları buna dikkat eksiliği ve hiperaktivite ya da daha başka isimler verecek. Çocukların okul başarısı düşecek. Aile kontrolünden uzaklaşan çocuklar haz simsarları için kolay lokma olarak görülecek. Acımasızlık ve merhametsizlik artacak. Boşanma travmasını yaşamış çocuklar çevreye karşı acımasız olmaları gerektiğine ve kimseye güvenmeleri gerektiğine ikna olacak. Tek oda ve mutfaktan müteşekkil stüdyo evler giderek artacak. Huzur evlerinde, çocuk bakım merkezilerinde, sığınma evlerinde artış olacak. Anneler çocuklarını kreşe, çocuklar annelerini huzur evlerine bırakacak. Çocuklar annelerinden çok bakıcılarını, anneler kocalarından çok patronlarını görecek. Gelecekte çocuklar bu ülkede ailenin olduğu, mahallenin olduğu, komşuluğun olduğu; tarhananın, turşunun ve reçelin mahalle kadınlarıyla ortaklaşa yapıldığı bir dönem yaşandığına inanmayacaklar. Belediyeler bugün nasıl ki, eski çocuk oyunları kitapları basıp bu konuda belgeseller yayınlıyorlarsa, gelecekte de eskiden anne-baba ve çocuklar aynı evde yaşarlardı spotuyla yayınlar yapacak. Köpeklerini gezdiren karı-kocaların sayısı çocuklarını gezdiren karı-kocaların sayısından daha fazla olacak. Ve eğer aile bakanlığı bu konuda ciddi bir takım girişimlerde bulunmaz ise gelecekte aile bakanlığına da ihtiyaç kalmayacak. Kadını erkeğe karşı proveke eden ve rekabete sokan bir anlayışın çatışmacı bir anlayış olduğunu düşünüyoruz. Ailenin; dayanmak, dayanak olmak anlamına gelen “avl” kökünden türeyen bir kavram olduğunu unutmamalıyız. Bu gerçekten hareketle kadını ve erkeği birbirlerini tamamlayan, birbirlerinin eksiğini örten ve bu ilişkiyi eşitlik değil adalet temelinde tanımlayan bir algının doğruluğuna inanıyoruz. Geleneğin kadını hor gören kimi yaklaşımlarını onaylamadığımız gibi; kadını metalaştıran tüketim ve show nesnesi haline getiren modern uygulamaların da kadın için büyük bir zulüm olduğuna işaret ediyoruz. Özellikle ilk yıllarda anne-çocuk etkileşiminin hem psikolojik hem biyolojik açıdan bir ihtiyaç olduğu açıktır. Dolayısıyla çocuğu annesinden koparan ve uzaklaştıran politikaların hem anneyi hem de çocuğu yıprattığı bir gerçektir. Buradan hareketle çocuğun annesinin tenine, kokusuna, sesine ve kucağına hasret kalmayacağı bir anne-çocuk ilişkisinin desteklenmesi gerekiyor. Dedeler ve nineler bir ailenin hafızasıdır, tecrübesidir. Hafızasını kaybetmiş bir ailenin kendini geleceğe taşıması da mümkün olmayacaktır. Aile denildiğinde sadece anne-baba ve çocuk değil; torun ve dede kavramlarını da doğrudan içerdiğini unutmamalıyız. Bununla birlikte asıl olanın birlikte yaşamak değil, bir olanın rızasına uygun yaşamak olduğunu da hatırlamalıyız. Kadına atılmış bir tokadın sorumluluğunu sadece kocaya; uyuşturucu ya da çeteye bulaşmış bir çocuğun sorumluluğunu sadece anne-babaya yıkan bir anlayış kolaycılıktan başka bir şeyi ifade etmemektedir. Aileye ilişkin herhangi bir sorun ailenin de içinde bulunduğu sistemin bileşenlerinden koparılarak doğru bir şekilde anlaşılamaz” şeklinde konuştu.