Babacan, başörtüsü, CHP: Buna gerçekten inanmalı mıyız?

CHP’li Fikri Sağlar, “Kendimden söylemek istiyorum. Ben yargılandığım zaman türbanlı bir hâkimin karşısına gittiğimde benimle ilgili haklarımı koruyacağı ve adaleti yerine getirebileceği konusunda kuşkum var” sözlerinden sonra Kılıçdaroğlu dünkü açılışta bu sözlere karşı çıktı. Yenişafak Yazarı Mehmet Acet, geçmişte yaşanan olayları da hatırlatarak konuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Yayınlama: 02.01.2021
618
A+
A-

Kılıçdaroğlu‘nun başörtüsü ile ilgili yaklaşımına köşe yazısında önemli yer ayıran Acet, geçmişte yaşananlar ve gelecekte oluşabilecek senaryolarla ilgili köşe yazısında önemli değerlendirmelerde bulundu.

 

Mehmet Acet’in köşe yazısı:

CHP’ye yakınlığıyla bilinen Sözcü Gazetesi’nin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Fikri Sağlar’ın başörtüsüyle ilgili sözleri hakkında yaptığı açıklamalara değinen haberinin sosyal medya paylaşımına gelen tepkiler, o çevrelerde böyle bir konuda nasıl bir hava olduğuna, geçmişe oranla bir ‘değişim’ yaşanıp yaşanmadığına dair göz alıcı fikirler edinmemizi sağladı.






 

Bir tweetin altını dolduranları referans alarak analiz yapmak normal şartlarda iyi bir fikir olamaz.

Ama burada durum biraz farklı.

Sözcü gazetesinin paylaşımı olduğu için Sözcü okurları olarak da kabul edebileceğimiz geniş kesimlerde başörtüsü meselesine nasıl bakıldığını (hâlâ) anlamamıza yarayacak bir ‘çeşitlilik’ var bu paylaşımlarda.

Çeşitlilik derken, Fikri Sağlar’ın, fikirleri konusunda hiç de yalnız olmamasını kastediyorum.

Mesela tweetin altındaki ilk yorumun sahibi olan Nejat Aksel isimli kişi şöyle demiş:

“Başörtüsünün din tacirlerinin, şeriat özlemcilerinin sancağı olduğunu anlamamışsanız, yazıklar olsun. Bu masum bir tercih değil, siyasal bir simgedir. Cumhuriyete karşı devrimin alâmetidir.”

Çok azı Fikri Sağlar’a karşı çıkan görüşleri okuya okuya ilerledikten sonra, genel bir anlayış birliğiyle çözüldüğünü sandığınız böyle bir konunun, aslında ‘devran döndükten sonra’ yeniden hatta belki de ilk hesaplaşma alanı olma ihtimali zihninizde beliriveriyor.

21’inci yüzyılın 21’incı yılına girdiğimiz bir ortamda oluyor böyle şeyler ve vahameti nedeniyle, burun kıvırıp geçilemeyecek kadar ciddi bir durumla karşı karşıyayız.

Başörtüsü tartışmalarının bu defa Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 28 Şubat’ta yapılan haksızlıkları kendi kız kardeşi üzerinden hatırlatması üzerine başladı.

Ali Bey, aynı konuşmasında “Bir daha kimse bu yasağı getirmeye cüret edemez” diye bir cümle de kurdu ama bu işin bir garantisinin olmadığına dair çok fazla örnek var.

Sadece başörtüsü meselesi mi?

Maalesef sadece o değil.

Türkçe ezan, Türkçe namaz, karma sema gösterisi gibi arayışlarla başkalarının hayatına burnunu sokmayı ideoloji haline getirmiş çevrelerin, CHP’ye yakın medya gruplarından nasıl ses verdikleri görülmüyor mu acaba?

Avrupa’da da tarihten gelen ‘ırkçılık’ hastalığının tarihin çöplüğüne döküldüğü yönünde görüşler vardı bir ara.

Ama işte o tedavisi çok güç olan hastalık, tam da bitti denilen bir ortamda yeniden peydah oluverdi.

Bu böyle diye Kılıçdaroğlu’nun “Ya çağın neresindeyiz biz ya? Kişi başörtüsü takar, takmaz… O, onun tercihidir. Benim görevim onun tercihine saygı duymaktır. Böyle bir ayrımcılığı asla kabul etmiyorum ve doğru bulmuyorum” şeklindeki sözlerini değersiz bulduğum anlaşılmasın.

‘Lafız’ olarak değerli evet ama ne kadar güven verici diye herkes kendi kendine bir sorsun bakalım.

Yukarıdaki sözleri sarf ettiğinde sağ yanına başörtülü bir genç kızı alması bu haliyle ‘tamam güzel ama’ dedirtiyor.

Öyle ama diğer yandan da aynı konuşma sırasında sol yanında duran İstanbul İl Başkanı’nın il başkanı olmadan önce yaptığı bir paylaşımı akla gelince zihinler yeniden ‘acabaların’ hücumuna uğruyor.

6 yıl kadar önce sonradan çoğunu sildiği paylaşımlarından birinde şöyle demiş Sayın Kaftancıoğlu:

“Yuppie! Türbanlı rektörümüz olmuş, uzaya füze göndeririz çok yakında veya atom çekirdeğini parçalarız. Bunlar olmayacaksa bu sevinç niye?”

Kılıçdaroğlu’nun Fikri Sağlar’a dönük tepkisi kulağa hoş geliyor evet ama bunun aynı zamanda ileriye dönük ittifak planlarının tehlikeye girmesi nedeniyle yaşanan telaşın bir neticesi olduğunu düşünmekle haksız sayılır mıyız?

CHP’nin Türkiye’de her dört kişiden birinin oyunu alabildiği için ittifak dışında bir seçeneği bulunmuyor.

Burası böyle, ancak CHP’nın çatısını kurduğu bir ittifakın başarılı olması halinde yeni ittifakın lokomotif gücü de bu parti olacak.

Sonra da CHP’nin içinde son 10 yılda yaşanan kadrolaşmanın bir benzeri, Türkiye’ye ve devletin kurumlarına teşmil edilecek.

Bu senaryoda ‘dostlar’ için geriye kalan her şey verilse bile geriye ne kalır ki?

Kılıçdaroğlu’nun daha yenilerde olduğu gibi zaman zaman yargı mensuplarına ‘militan’, ‘çete’ gibi hakaretlerde bulunması, tersinden okuduğunuzda buraları ‘ele geçirilecek mevzi’ olarak gördüğü anlamına gelmiyor mu?

Tersinden düşünmemize yardım edecek bir ‘CHP geçmişi mi’ var karşımızda?

Fikri Sağlar, “Kendimden söylemek istiyorum. Ben yargılandığım zaman türbanlı bir hâkimin karşısına gittiğimde benimle ilgili haklarımı koruyacağı ve adaleti yerine getirebileceği konusunda kuşkum var” diyor.

Hâlbuki Türkiye’nin yakın tarihine baktığınızda ‘kuşkular’ şöyle dursun, yargının ‘silah’ olarak kullanıldığına dair o kadar çok örnek var ki.



Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.

betnis giriş
betnis
yakabet giriş