Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Altun, Diyarbakır annelerine ilişkin, “İnanıyorum ki bu insanların verdikleri mücadele, bir devrin sonunu getirecek; terör örgütünü bitirecek ve Türkiye’nin huzur iklimini güçlendirecektir.” dedi.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Konferans Salonunda Başkanlık ile Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) tarafından düzenlenen “Sessiz Direnişin Sembolü: Diyarbakır Anneleri” Sempozyumu’nun açılışında konuştu.
Bundan üç yıl önce Diyarbakır’da Hacire annenin, dağa kaçırılan oğlunu terör örgütü PKK’dan kurtarmak, evladını ellerinden alanlara hesap sormak için bir binanın camlarını kırdığını, esasında algılarla büyütülen ve asla gerçek bir karşılığı olmayan bir korku iklimini tuzla buz ettiğini anımsatan Altun, “Hepinizin bildiği üzere bu bina, HDP Diyarbakır İl Başkanlığı binasıydı. Bu bina, Hacire anne ve daha nice aileleri evladından ayıran yerin kendisiydi.” ifadesini kullandı.
Altun, Hacire annenin, bugüne kadar on binlerce ailenin ve çocuğun maruz bırakıldığı bir zulme “artık yeter” dediğini vurguladı. Hacire annenin fitilini ateşlediği bu cesur ve onurlu direnişin dalga dalga büyüdüğünü, o günden bugüne herkesin hayatında, evlatları için zulme direnen, eli silahlı alçak bir örgüte karşı gözünü kırpmadan karşı duran anne ve babaların bulunduğunu belirten Altun, “İnanıyorum ki bu insanların verdikleri mücadele, sergiledikleri irade ve ortaya koydukları inanç, bir devrin sonunu getirecek; terör örgütünü bitirecek ve Türkiye’nin huzur iklimini güçlendirecektir.” diye konuştu.
Aileleri çocuklarından koparan, binlerce güvenlik görevlisini ve vatandaşı şehit eden, Türkiye’nin birliğine, bütünlüğüne kast eden hain terör örgütünün nasıl bir süreçte doğduğunu, palazlandığını hatırlamakta fayda olduğunu ifade eden Altun, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümüydü. Hepimiz biliyoruz ki 12 Eylül darbesi ve onun sonuçları ülkemizin başına çok büyük sorunlar, çok büyük belalar getirdi. Demokrasi ayaklar altına alınırken, terör örgütleri ülkemizin başına musallat edildi. Darbe sonrası ortaya çıkan terör örgütleriyle bugüne kadar sürekli mücadele etmek durumunda kaldık. 1980’lerin başından bu yana zor bir süreç yaşadık. Uluslararası bağlantıları olan, küresel sistem içerisinde kimi ülkelerce alenen, kimilerince de gizli şekilde desteklenen bir terör örgütüyle mücadele ettik yıllarca. Sadece dağda teröristler değil, aynı zamanda kendini siyasal kılıf içerisinde kodlayan sivil görünümlü teröristler de toplumsal hayatı, siyaset sahnesini ne yazık ki terörize ettiler. 40 yıllık süreçte on binlerce insanımızı terör örgütü yüzünden kaybettik. Onulmaz acılar yaşadık. Ekonomik olarak büyük zarar gördük. Kalkınma ve gelişme hamlelerinde hep geç kaldık.”
Bunlarla birlikte savunma sanayisi açısından yetersiz olunduğu için dış ülkelere her açıdan bağımlı halde kalındığını hatırlatan Altun, ülkenin ortaya koyduğu her atılım sürecinin, 12 Eylül darbesi sonrasında türeyen PKK’sından FETÖ’süne, terör örgütleriyle terör saldırılarıyla akamete uğratılmaya çalışıldığının altını çizdi.
Özellikle son 20 yılda terörle mücadelede sağlanan başarılarla Türkiye’nin bu terör belasından büyük ölçüde kurtulduğuna dikkati çeken Altun, şöyle devam etti:
“Sayın Cumhurbaşkanımızın ‘terörü kaynağında kurutma’ stratejisiyle, güvenlik güçlerimiz sınırlarımız içinde ve dışında etkin ve kararlı bir mücadele yürüttü, yürütmeye devam ediyor. Yurt içinde artık örgütün esamesi okunmuyor. Yurt dışında da teröristlere nefes aldırmıyor, örgütün ele başlarını tek tek etkisiz hale getiriyoruz. Hamdolsun savunma sanayimiz gelişti, güvenlik birimlerimizin kapasiteleri arttı, istihbarat alanında yetkinliğimiz büyüdü. Ekonomiden dış politikaya, savunma sanayiinden enerjiye, her alanda olduğu gibi terörle mücadelede de bağımsızlığımızı pekiştirdik. Böylece artık kimi devletlerin onayıyla ya da sağlayacağı imkanlarla değil, ne zaman istersek, ne zaman gerekli görürsek o zaman ve kendi geliştirdiğimiz imkanlarla operasyon yapan bir ülke haline geldik. Artık terör örgütünün sözde yöneticilerini kendilerini güvende hissettikleri yerlerde dahi etkisiz hale getirebiliyoruz. Geldiğimiz noktada terör örgütü, etkisini ve gücünü büyük ölçüde yitirmiş durumda.”
Terör örgütünün yönetici kadrosundaki bu eksilmenin örgütün bitişini de hızlandırdığına işaret eden Altun, son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar, terör örgütünün kökü kazınana kadar da mücadelelerinin süreceğini bildirdi.
Fahrettin Altun, örgütün, kan kaybettikçe Türkiye’ye karşı yalan terörüne daha fazla başvurduğuna dikkati çekerek, “Elbette bu yalan terörüne, bu sistematik dezenformasyona karşı da kararlı bir mücadele içerisindeyiz. Bu mücadeleyi her platformda, ulusal ve uluslararası her ortamda canla başla biz yürütüyoruz. Bununla birlikte gerek terör örgütüyle gerekse de bunların sözde siyasal uzantılarıyla da mücadelemiz elbette devam ediyor. Terör örgütlerine meşruiyet kazandırma arayışı içerisinde olan kesimlerin kendilerini sözde ‘demokrat’ olarak sunmalarına asla müsaade etmeyeceğiz. İnsan hakları kılıfıyla PKK’yı savunanların iki yüzlülüklerini her zaman yüzlerine vuracağız. Toz kondurmadıkları terör örgütü tarafından yönetilenlerin gerçek yüzlerini ortaya koymaktan asla vazgeçmeyeceğiz.” şeklinde konuştu.
Türkiye’nin terörle mücadelede, savunma sanayiinde ve bağımsız politikalardaki kazanımlarının Türkiye’nin her bir vatandaşı için büyük bir gurur ve umut olduğuna işaret eden Altun, “Bu kazanımlar hiç kuşkusuz Diyarbakır annelerimize de umut ve cesaret aşılamıştır. Diyarbakır anneleri, devletimizin ve Sayın Cumhurbaşkanımızın kendilerinin yanında durmasının en büyük güçleri olduğunu her zaman ifade etmiştir. Bu güçle, Hacire annenin başlattığı o cesur ve onurlu direnişe yüzlerce aile katıldı. Türkiye’nin her yerinden kendilerine destek yağdı. Nice aileler çocuklarına kavuştu, niceleri de umutla bekleyişlerini, mücadelelerini, direnişlerini sürdürüyor.” değerlendirmesinde bulundu.
Diyarbakır’da başlayan bu direnişin ayrıca tüm bölgeye yayıldığını ve farklı illerde de aileleri, evlatları için nöbet tutmaya ittiğini dile getiren Altun, “Yüzlerce ailenin katıldığı evlat nöbetinde bugüne kadar 37 aile evladına kavuştu. Bu kavuşmaları, hiç kuşkusuz bu ailelerin iradesi, sabrı ve evlatlarına duydukları hasret sağladı. İşte bu annelerden biri olan Sayın Ayşegül Biçer Hanımefendi de bugün bizimle birlikte. O, kendisinin ifadesiyle oğlunu PKK’dan ‘söke söke’ aldı. Ben mücadelesi, azmi ve sabrı dolayısıyla kendisini tebrik ediyorum. Temenni ederim ki bütün bekleyen aileler evlatlarıyla tekrar kucaklaşsın.” dedi.
Düzenlenen sempozyumun da bu anne ve babaların mücadelesine saygı ifadesi olduğunu aktaran Altun, ailelerin direnişini doğru anlamanın, hakkıyla değerlendirmenin ve bunun için gerekeni yapmanın son derece önemli olduğunu vurguladı.
“Dünyada eşine az rastlanır bir mücadele veren ailelerimizi yalnız bırakmamamız ve her alanda verebileceğimiz her türlü desteği vermemiz gerekiyor.” diyen Altun, medyada, siyasette, akademide, edebiyat ve sanat çevrelerinde, sivil toplumda Diyarbakır annelerini, evlatları için nöbet tutan aileleri yalnız bırakmamak, onların sesine ses olmak gerektiğini anlattı.
Diyarbakır annelerinin kazanımlarının Türkiye’nin huzuru ve barışı için de bir kazanım olacağına dikkati çeken Altun, şöyle devam etti:
“Emin olun onlar başardıkça, sayıları artıkça, güçlendikçe ve sonuç alıp evlatlarına kavuştukça, Türkiye’ye ayak bağı olan bu lanet terör örgütü mensupları ve onların siyasi uzantıları deliye dönecek. Yine emin olun ki ne ülke içinde ne de küresel sistem içerisindeki hiçbir güç, bu annelerin yüreğini yenemez. Bu söylediklerimin sonucunu, kanıtını son üç yıldır bütün dünya görüyor. Hepimiz bu sürecin tanığıyız. Evlatlarına kavuşan aileler bunun en değerli ispatıdır. Teröre karşı verdiğimiz mücadelemizde annelerin direnişinin de önemli bir yeri olduğunu hepimiz çok açık görüyoruz. Biz de dünyanın neresine gidersek gidelim, evlatları için nöbet bekleyen bu annelerin ve ailelerin haklı direnişini anlatıyoruz. Bütün uluslararası platformlarda bu kutlu direnişi farklı dillerde anlatmaya, ortaya koymaya gayret gösteriyoruz. Terör örgütü PKK’nın çocukları ve kadınları nasıl istismar ettiğini kanıtlarıyla ortaya koyuyoruz. PKK ve uzantılarının gerçek yüzünü tüm dünyaya anlatmaya devam edeceğiz.”
Fahrettin Altun, terör örgütünce evlatlarından koparılan ailelerin böylesi bir mücadele ortaya koyarken, yürekleri bu annelerle çarpan milyonlarca insanın, onların evlatlarına kavuşmaları için dua ederken ne yazık ki bir kesimin de bu anneleri görmezden gelebilecek kadar vicdanlarını, insaniyetlerini yitirmiş bir tavır içinde olduğunu vurguladı.
Terör örgütünün siyasi payandası olan siyasi partinin, elbette varoluşunun gereğini yaptığını, onların bu yok sayışlarının anlaşılabileceğini söyleyen Altun, bu siyasi partiden başka türlü davranmasının beklenemeyeceğini belirtti.
Adeta “çocukları terör örgütüne yollama merkezi” haline gelen, parti binalarında siyaset yerine düşmanlık üreten bu yapılardan bir beklentileri olmadığını ifade eden Altun, şu değerlendirmede bulundu:
“Ancak kendisini bu ülkenin muhalefeti olarak kodlayanların, siyasi pragmatizm uğruna dünyanın en meşru, en saf, en vicdani alanı olan anne yüreğini dışlamalarını, yok saymalarını ve hatta reddetmelerini en net şekilde kınıyorum. Kimi siyasetçilerin, 40 yıldır kanımızı emen bu terör örgütüne ve uzantılarına karşı milli bir duruşları yok. Buradan sormak istiyorum. Nasıl olur da elleri kınalı askerlerimizi şehit eden, gençlerimizi, çocuklarımızı, öğretmenlerimizi, işçilerimizi katleden, şehirlerde insanlarımızı bombalarla parçalayan bu vahşi terör örgütüne karşı direnen bu anneleri görmezden gelirsiniz? Nasıl olur da bu annelerin evlatlarına kavuşmaları için onları açık yüreklilikle desteklemezsiniz? Nasıl olur da bunca yıldır bu terör örgütüne karşı açık ve net bir tavır ortaya koymazsınız? Nasıl olur da Türkiye’nin geleceğini çalan, ekonomik olarak hak ettiğimiz yerde olmamıza engel olan, huzurumuza ve kalkınmamıza ket vuran bu terör örgütüyle mücadele eden devletimizin yanında durmazsınız? Nasıl bir vicdani, ahlaki, etik ve insani değerler sisteminden geçtiniz ki annelerin sabırla büyüttüğü bir mücadeleye siz kayıtsız kalabiliyorsunuz, hatta bu mücadeleyi itibarsızlaştırmak için çalışabiliyorsunuz?”
Dünyada eşi benzeri olmayan bir durumla karşı karşıya olunduğunu aktaran Altun, hiçbir medeni ülkede böyle bir yaklaşımı görmenin mümkün olmadığını söyledi.
Altun, “Milli meselelerde milli duruş sergileyemeyenlerin siyasal ve toplumsal meşruiyet bakımından eninde sonunda yaşayacakları şey hezimet olacaktır. Ancak maalesef ülkemizde bu anlamda kat etmemiz gereken çok yol var. Bununla birlikte demokratik siyaseti ve demokrasiyi içselleştiremeyenlerin terörden, darbelerden, muhtıralardan ve milli iradeyi yok sayan operasyonlardan medet ummalarına karşı artık sesimiz dünden bugün itibarıyla çok daha gür çıkıyor.” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde Türkiye’nin sivil siyaset, demokrasi ve kalkınma bakımından geldiği noktaya işaret eden Altun, “Bu atılımlarla ülkemiz hamdolsun terörle mücadeleden savunma sanayine, diplomasiden enerjiye, sağlıktan eğitime tüm alanlarda tarih yazıyor. İnanıyorum ki tarih, Diyarbakır annelerinin bu büyük mübarek, kutlu mücadelesini de yazacaktır. İşte o gün, Diyarbakır annelerine destek vermeyenler, onları yok sayanlar tarih sahnesinde utançla anılacaklardır.” şeklinde konuştu.
Evlatları için nöbet bekleyen ailelerin sivil direnişini güçlendirmek ve sonuç almalarını sağlamanın medyanın da bir görevi olduğunu hatırlatan Altun, şöyle devam etti:
“Zira toplumsal destek sağlamanın ve sözü büyütmenin en etkili aracı hiç kuşkusuz medya araçlarıdır. Gerek basın dünyamızın gerekse de sosyal medyadaki bireysel kullanıcıların bu alana yönelik sürekli ve istikrarlı yaklaşımlarının olmasını son derece önemli, değerli buluyorum. Bıkmadan usanmadan bekleyen bu anneler sadece kendileri için değil, hepimiz için bir direniş alanı oluşturmuş durumdalar. Hepimizin huzuru ve çocuklarımızın geleceği için orada 1105 gündür sabırla bekliyorlar. Orada onlarla sabırla bekleyen ve bu konuyu sürekli gündemde tutan medya mensuplarımıza huzurlarınızda şükranlarımı sunmak istiyorum. İnanıyorum ki popüler kültürün her öğesinde, edebiyatta, sanatta, sinemada ve diğer tüm alanlarda bu mücadele daha fazla yer bulacaktır.”
Dördüncü yılına giren bu mücadelede gece gündüz nöbet bekleyen anne babaların, evlatlarını bu eli kanlı terör örgütünden almaya çalışırken, aynı zamanda bu terör örgütüne alan açan, destek veren küresel güçlere de bir mesaj verdiğini ifade eden Altun, konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
“Bir avuç marjinale meşruiyet sağlamaya çalışan, milyarlarca dolar harcayarak onları dünyaya kabullendirmeye uğraşan, sözde kantonlar kurduran küresel güçlere net bir mesaj veriyorlar. Ve ‘yenileceksiniz’ diyorlar. Ne kadar güçlü olursanız olun annelerin yüreklerine karşı koyamazsınız. Dünyada hiçbir güç, hiçbir sistem anne yüreği kadar güçlü olamaz, meşru olamaz, saf olamaz ve etkili olamaz.”