8 Haziran Dünya Okyanus Günü dolayısıyla okyanus ve denizlerdeki istilacı türler ile bunların ekosistem üzerindeki etkileri hakkında AA muhabirine değerlendirmelerde bulunan Gölge, insan kaynaklı çeşitli faktörlerle doğal yaşam alanının dışına çıkıp yeni taşındığı yerde yaşamaya başlayan türlerin “yabancı tür” olarak adlandırıldığını, bulunduğu ortama, habitata, yerli türlere zarar vermeye başlayıp ekonomiyi tehdit ederek çevresel sorunlar çıkarması durumunda ise bunlara “istilacı yabancı tür” denildiğini belirtti.
Okyanus ve denizlerde mikroskobik boyutlardan, gözle görülüp elle tutulabilecek boyutlara kadar çok sayıda istilacı yabancı tür bulunduğunu anlatan Gölge, söz konusu türlerin yeni yaşam alanına bir kere giriş yaptıktan sonra ortamın etkilerine bağlı olarak yayılım gösterdiğini kaydetti.
Gölge, “Balon balığı üzerinden örnek verecek olursak; denizlerimizde belli bir ısınma var, balon balığına uygun iklim koşulları ve beslenebileceği uygun ortam mevcut ve en önemlisi avcısı yok. Bu nedenle aşırı şekilde üreyebiliyor. Bu tür, uygun koşulları bulduğu zaman daha kuzeye gidebilir. Şu anda Karadeniz’de balon balığı tek tük bildiriliyor ama bu daha kuzeyde, soğuk alanlarda yaşayamayacağı anlamına gelmiyor.” dedi.
İstilacı yabancı türlerin Türkiye’yi çevreleyen denizlere gelişlerinde iklim değişikliğinin etkili olduğu görüşünü paylaşan Gölge, şunları söyledi:
“Buzulların erimesiyle daha kısa deniz yolları oluşuyor ve bu yolları kullanan gemiler bu türlerin taşınmasına sebep olabiliyor. Yine erimeyle buzullarda saklı olan türler farklı alanlara yerleşiyor. Suyun sıcaklığı, türlerin yaşaması için uygun ortam oluşturuyor. Kızıldeniz kaynaklı türler, Akdeniz’e geçtiği zaman alıştıkları sıcaklık seviyesini buldukları için daha rahat çoğalabiliyorlar. Maalesef iklim değişikliğinin olumsuz etkileri bu şekilde devam ettiği sürece, türlerin yayılımının hızlanmasını ve gittikleri ortamlara yerleşerek istilacı özellik kazanmalarını bekliyoruz.”
İklim değişikliği kaynaklı göç etmek zorunda kalan insanlar için “iklim mültecisi” kavramının kullanıldığını ancak bunun bütün canlılar için geçerli olduğunu anlatan Gölge, her canlının uygun yaşam koşullarına doğru hareket etmek istediğini ve denizlerdeki türlerin bu hareketlerini çok daha rahat gerçekleştirebileceğini ifade etti.
İstilacı yabancı türlerin, giriş yaptıkları ekosisteme zarar verdiklerinin altını çizen Gölge, şöyle devam etti:
“Girdikleri ortamdaki yerli türleri yok edebiliyorlar. Mesela bir aslan balığı, bir günde, vücut ağırlığının yaklaşık yüzde 4’ü civarında av tüketebiliyor, yediklerini öğütebilmek için midesi 30 kata kadar genişleyebiliyor ve 167 farklı türle beslenebiliyor. Bu da yerli türler üzerindeki baskıyı ortaya koyuyor. İstilacı yabancı türlerin temel karakterlerinden biri de hızlı çoğalmaları ve kolay avlanmaları. Yani ekosistemi kesinlikle tehdit ediyorlar.”
Gölge, istilacı yabancı türlerin balıkçılığı da ekonomik yönden tehdit ettiğini, balıkçıların yeteri kadar avlayamamasına ve av araçlarının zarar görmesine neden olduğunu aktardı.
Dünya genelinde 9 haftada bir denizel ortama yeni bir türün giriş yaptığına dikkati çeken Gölge; Türkiye’yi çevreleyen Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz’de, bu türlerle ilgili 4 pilot bölgede çalışma yürüttüklerine değindi. Gölge, şu bilgileri paylaştı:
“Akdeniz’de 413, Ege’de 253, Marmara’da 124 ve Karadeniz’de 28 yabancı tür bulunuyor. Bunların 105’i istilacı karakterde. Akdeniz’den kuzeye, Karadeniz’e doğru gittikçe yabancı türlerin sayısında bir azalma başlıyor. Akdeniz’deki türlerin yüzde 72’si Kızıldeniz kökenli, Süveyş Kanalı’ndan giriş yapan türler. Ege’de türlerin yüzde 54’ü Süveyş Kanalı kaynaklı, yüzde 41’i ise gemi balast suyu kaynaklı. Marmara’daki türlerin yüzde 71’i balast suyu kaynaklı, yüzde 21’i Süveyş Kanalı’ndan gelenler. Karadeniz’deki yabancı türlerin yüzde 78’i gemi balast suyu, yüzde 11’i Süveyş Kanalı kaynaklı. Bunun dışında akuakültür ya da kaynağı bilinmeyen türler de bulunuyor.”
Yabancı bir türle, denize girip istilacı hale geldikten sonra mücadele etmenin çok zor, hatta imkansıza yakın olduğunu dile getiren Gölge, mümkünse bu türlerin denize girişlerinin önlenmesi gerektiğini vurguladı.
Gölge, “Balast suyu kurallarına ciddi bir şekilde uymamız gerekiyor ve denetimi de önemli. Süveyş Kanalı’na bir tedbir alınabilir çünkü zamanla oradaki doğal bariyerler bozuldu ve türlerin daha rahat girebiliyor. Burada belki hükümetler devreye girerek Mısır özelinde bir baskı oluşturulabilir.” diye konuştu.
Ekosistemin korunmasının öneminden bahseden Gölge, sözlerini şöyle tamamladı:
“İnsan vücudu gibi, ne kadar iyi bakarsanız, dayanıklılığı iyi olursa dışarıdan bir mikrobun ya da hastalığın gelmesi o kadar zor. Çeşitli deniz koruma alanları ilan ederek, kirliliği engelleyerek ekosistemimizi koruyabiliriz. Ekosistemimiz ne kadar zayıf olursa başka bir türün gelip oraya yerleşmesi de o kadar kolay olacaktır. Vatandaş olarak bilincimizin, farkındalığımızın artması da önemli.”
UNDP Türkiye Mukim Temsilcisi Louisa Vinton da sağlıklı okyanuslar olmadan sağlıklı bir gezegenin olmayacağını ifade ederek, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Dünya 8 Haziran Dünya Okyanus Günü’nü kutlarken, UNDP Türkiye, deniz ekosistemlerinin kritik öneminin altını çiziyor, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın 14’üncü maddesi olan Sudaki Yaşam’a ulaşmak ve 2030 yılına kadar mavi gezegenimizin yüzde 30’unu korumaya ilişkin küresel hedefi tutturmak için çabaların artırılması çağrısında bulunuyor. Hükümetler, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör; kirliliği azaltmak, sürdürülebilir balıkçılık uygulamalarını teşvik etmek ve iklim değişikliğinin etkilerini hafifletmek için işbirliği içinde çalışmalı.”