Kendimi bildim bileli elime geçen her şeyi okurdum. Ne zaman ki okumayı azalttım, o zaman kafamın
içindeki düşünceler bir bir azaldı, küçüldü, sesi çıkmaz oldu.
Hiç unutmuyorum; bir gün bir çiçekçi dükkânındayız, birisine hediye olarak çiçek götürecektik. “Saksılı
mı olsun buket mi yapalım” diye bakıyorduk. Yanımdaki arkadaş “Boş ver yahu otu ne yapsın, solacak
gidecek, başka bir şey bakalım” deyip beni çekiştirdi. Çiçekçi meğer bizi dinliyormuş, ona dönüp “Ne
işle meşgulsünüz?” diye sordu, “Fabrikada çalışıyorum” cevabını duyunca da “Şimdi anladım” dedi.
“Neyi anladınız” diye sorduk merakla. “İnsan çalıştığı, meşgul olduğu işle yoğrulur. Fabrika ortamında
çalışan birisi çiçeği ot olarak görür tabii” diye cevap verdi. İkimiz de kalakaldık.
Aldoux Huxley’in “ Cesur Yeni Dünya” isimli kitabında, yetişkinliğinde fabrikada vs. yerlerde çalışacak,
beden işçisi olacak çocuklar, kitaplardan ve entelektüel dünyadan uzak olması için doğdukları andan
itibaren eğitilmeye başlar. Öyle ki bir nevi işkence olan bu eğitimlerden sonra çocuklar kitapları,
çiçekleri ve doğayı korkutucu ve itici bulur. Yetişkin oldukları zaman yaptıkları tek şey zihinlerini
kullanmayı gerektirmeyecek beden işleridir.
“Doğa sevgisiyle fabrikalar çalışmaz.”
“Müdür, ” Kitleleri kırlardan nefret etmeye şartlandırıyoruz,” diye başladı. ” Aynı
zamanda onları doğa sporlarını sevmeye şartlandırıyoruz. Bunu yaparken de tüm doğa
sporlarının gelişmiş aletlerle yapılmasını sağlıyoruz. Böylece hem endüstriyel ürünler,
hem de ulaşım tüketiyorlar, işte buradan da elektrik şokuna geliyoruz. ” (Cesur Yeni
Dünya)
Günümüze dönüp bakınca aslında bu işkence nevînden eğitime gerek kalmadan insanlar zihinlerini
kullanamayacak hâle geliyorlar. Geçinme kaygısı, kapitalizmin insan üzerindeki ezici baskısı kişilerin
okumaya, düşünmeye vakit ayırmasına izin vermiyor.
Maneviyatın gitgide daha da azaldığı, madde olarak ayakta kalma savaşının verildiği bir zamanda
yaşıyoruz.
“Anı yaşa” maktan ziyade sürekli geleceğin düşünüldüğü bir zaman. Büyük hazların bile çabucak
geçiverdiği, zamanla yarışan bir dünya!
Okumaya vakit kalmıyor, okumayınca da düşünceler gitgide azalıyor. Bir hamster gibi çemberin içinde
koşunca, bir şeyler yapmış hissinin olduğu ama sadece yaşamak için elzem ihtiyaçlarımızın peşinde
olduğumuz korkunç bir eğlencenin içindeyiz.
Mesela çocukların önünde sürekli test kitaplarının olduğu sistemi asla tasvip etmememe rağmen
bazen çocuğumun notlarını görüp tepki vermeye başladığım zaman hemen kendimi sorguluyorum ve
eleştiriyorum. Çünkü bu çark ne kadar direnilirse direnilsin, farkında ya da değil, herkesi içine alıp
öğüten bir çark.
Yetişkinler maddi olarak ayakta kalmaya çalışıyor, çocuklar ise hiç bitmeyen bir sınav stresini yıllarca
çekiyor. Bütün sıkıntının temel sebebi başarılı olamama kaygısı ve gelir-giderleri karşılamaktan fazla
olarak rahat bir hayatın hayâli.
Tüm bu koşturmaların içinde okumak, kendini sorgulamak, erdem sahibi olmak için çaba göstermek
kalburüstü bir işmiş gibi görünüyor.
Evine gazete, dergi, kitap girmeyen binlerce ev var ve çalışmaktan okumaya zamanı olmayan,
eksikliğini de hissetmeyen bir sürü insan…
İmkânları zorlamak ve kendini bu çarktan kurtarmak zor elbette amma velâkin insanı makineleştiren
bu duruma çözüm nedir diye soracak olursak verecek tek cevabım var: Okumak ve düşünmek.
Okuyamıyorsak, düşünmek için çaba göstermeli, düşünmeye vakit yoksa, okumaya… Elbette bir gün
bir diğerine ihtiyaç duyacaktır bünye. Çünkü ilk yaratılışta mikroçipimize yerleştirilmiş bir sorgulama
ve arayış var…