Duygu insana özgüdür ve sürekli değişendir. Kalıcı olan ahlaktır, vicdandır, merhamettir. Hani Peygamber diyor ya “Kalbinize rikkat gelince dua edin umulur ki kabul olur.” Rikkat nedir? Merhamet, incelik. Bir duygu hâli. Durup dururken neden merhamete gelir insan? Belli bir kurala bağlı olarak mı değişir kalp? Emir verilebilir mi böyle hisset diye? Değil mi ki “Kalpler […]
Duygu insana özgüdür ve sürekli değişendir. Kalıcı olan ahlaktır, vicdandır, merhamettir. Hani Peygamber diyor ya “Kalbinize rikkat gelince dua edin umulur ki kabul olur.” Rikkat nedir? Merhamet, incelik. Bir duygu hâli. Durup dururken neden merhamete gelir insan? Belli bir kurala bağlı olarak mı değişir kalp? Emir verilebilir mi böyle hisset diye? Değil mi ki “Kalpler Allah’ın elindedir”? Evirip çeviren o değil midir? Aşık olacağı kişiyi belirleyebilir mi kişi? Yahut anneye, babaya ya da evlada duyulan sevginin bir başlangıcı var mıdır? Değişir, azalır, artar ama hep orada vardır ve her hâl insanda gizlidir.
Ama ne var ki insan neyi beslerse onu büyütür. Mayada ne varsa onu yaşatır. Sevgi, şefkat ve merhamet ile ruhu yoğrulan bir insanoğlu yetişkinliğinde merhametsiz ve acımasız birine dönüşür mü? Çevresi öyle ise değişebilir elbette? Amaaa… Kelamın geleneksel sorularından biridir “İman eksilir veyahut artabilir mi” diye. Sanıyorum her duygu eksilebilir veya artabilir. Ruhunun beslenme şekline, çevreye ve arayışına bağlı olarak. Öyle ya bir de kendini aramak mefhumu var. Değil mi ki “Arayanlar bulanlardır, bulanlar ise arayanlardır” Bu yüzden içimizde barınan duygular aradıklarımızın bir sonucudur aslında. Hatta sanatta da edebiyatta da ve dahi bütün dinlerde ve inanışlarda da insanlar bir arayışın bir derdin peşindedir.
“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış; Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış” diyor Necip Fazıl mesela.
Dedik ya herkesin bir arayışı vardır diye. Hani sorsa insan kendine ben neyim, neredeyim, ne istiyorum diye. Bir cevap bulacaktır ama hep susturduysa kalbini, gereken cevap da gecikecektir haliyle.
Ben düşünüyorum ki iyiye yönlendirse insan içini, kalbini ve vicdanını, eminim bir süre sonra zaten kıyafeti güzellik olacaktır. Güzel gören güzel düşünür güzel düşünen hayattan zevk alır demiş ya atalarımız. Hele ki içinde bulunduğumuz çağ ve ruhumuzu gasp eden tüketim çılgınlığı bizi kalbimizi dinlemekten alıkoyarken, gözlerimizi de sadece maddeye bakmak için adeta zorlarken, insanın ruhu da yoruluyor. İstiyor ki güzel şeyler görsün gözü, kulağı güzel nağmeler işitsin. Gözden ve kulaktan beslenen kalp kendi kendini böyle böyle dinlendiriyor. Goethe’nin çok sevdiğim bir sözü var: “İnsan her gün bir parça müzik dinlemeli, iyi bir şiir okumalı, güzel bir tablo görmeli ve mümkünse birkaç mantıklı cümle söylemelidir” diye.
Öyle ki Bach dinlerken de vecde geliyor insan ruhu, Itri dinlerken de. Ne istediğini ve neye ihtiyacı olduğunu kalplerimiz çok iyi biliyor. Eğer kulak verirsek…
Gece uyurken ise her şey sıfırlanıyor ve her sabah yeniden bir şans veriliyor aslında bizlere. Bu yüzdendir ki bir gün evvel neden olmadı diye üzüldüğümüz, peşinde koştuğumuz ve arayışında olduğumuz her şey için ertesi gün dua ve çaba ile yeniden başlıyoruz mücadeleye. Evet mücadele… Kalbimizi, ruhumuzu, güzele olan hasretle peşinde koştuğumuz ne ise onun için mücadele…
Yeter ki bu hengâme ve arayışta ne aradığımızı bilelim; yaşama sevincimizi, duamızı ve imanımızın her şeyimiz olduğunu unutmayalım.