Dikey tarım yüksek su tasarrufu ve minimum karbon salımı sağlıyor

Yayınlama: 30.01.2023
42
A+
A-

Dikey tarım yöntemi, şehirlerde tarımsal üretim yapmayı mümkün kılarak karbon salımını minimuma indirirken su kullanımında da en az yüzde 90’a varan tasarruf sağlıyor.

Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Departmanı (UN DESA) tarafından yayımlanan “2018 Dünya Kentleşme Beklentileri Revizyonu”nda yer alan bilgilere göre dünya nüfusunun yüzde 55’i kentlerde yaşıyor ve bu oranın 2050’ye kadar yüzde 68’e çıkacağı tahmin ediliyor.

Kentlerde artan nüfusun gıda ihtiyacını karşılamada mevcut tarım arazilerinin yeterliliği soru işaretlerine neden olurken, tarım arazilerinde yaşanan problemler, yeni tarım tekniklerinin geliştirilmesini kaçınılmaz kılıyor. Bu noktada kapalı alanda ve topraksız şekilde yapılan dikey tarım, sürdürülebilirlik ve tarımsal üretimi kırsal alandan kentsel alana taşıma gibi özellikleriyle alternatif oluyor.






Dikey tarım yöntemi hakkında AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Gebze Teknik Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü Müdür Yardımcısı Dr. Ümit Barış Kutman, kentlerde yaşayan insanların güvenli gıdaya kontrollü bir şekilde erişebilmesi için dikey tarım sistemlerinin çok önemli, bu sistemlerin geleceğinin de çok parlak olduğunu söyledi.

Araziyi kullanma etkinliğini artırmak için bitkilerin katlı bir şekilde yerleştirildiği dikey tarım sisteminin, doğru kurgulandığında, geleneksel tarıma oranla su ve gübre tasarrufu sağladığını belirten Kutman, sistemin avantajlarına ilişkin şu bilgileri paylaştı:

“Sirkülasyonlu bir dikey tarım sistemi açık arazide yapılan sulu tarıma kıyasla en az yüzde 90’lık bir su tasarrufu sağlıyor, bu muazzam bir oran. Tabii, suyla birlikte bu sistemlerde yine gübre kullanımında da müthiş bir avantaj elde etmiş oluyoruz çünkü, bu sistemlerde toprak bulunmuyor. Bitkilerin köklerine gübre olarak ihtiyaç duydukları mineral ve besin maddelerini bir çözelti halinde suyla birlikte ulaştırmış oluyorsunuz ve bu suyu da döngüsel kullandığınız için suyu ziyan etmediğiniz gibi gübreyi de ziyan etmemiş oluyorsunuz.”

Kutman, endüstriyel faaliyetler sırasında ortaya çıkan su ve hava kirleticilerin, kimyasal yollarla toprağa karışarak ağır metal kirliliğine neden olabildiğinin, geleneksel tarım için bir risk teşkil edebilen ağır metal kirliliğinin dikey tarımda yerinin olmadığının altını çizdi.

“Geleneksel tarıma alternatif değil, tamamlayıcı bir unsur”

Dikey tarımın dezavantajlarına da değinen Kutman, özellikle aydınlatma, iklimlendirme ve otomasyon ihtiyaçlarının dikey tarımda daha fazla olması nedeniyle kurulum maliyetinin geleneksel tarıma göre daha yüksek olduğunu ve ticari açıdan bakıldığında dikey tarım sistemiyle yetiştirilen ürün çeşidinin geleneksel tarımla yetiştirilenlere oranla daha az olduğunu ifade etti.

Dikey tarımdan fayda sağlanabilmesi için katlı bir sistemde çalışılması gerektiğini vurgulayan Kutman, şunları söyledi:

“Katlar arası mesafenin söz gelimi 50 santim olduğunu varsayalım. Dolayısıyla sizin böyle bir sistemde yetiştirebileceğiniz bitkinin, boyu 40-50 santimi geçmeden hasat edilmesi gerekiyor. Keza çok uzun sürelerde yetişen çok yıllık bitkileri de bu sistemlerin ticari uygulamalarına adapte etmek en azından günümüzde hem ekonomik hem de teknik sebeplerle mümkün görünmüyor. Bu da dikey tarımın konvansiyonel tarıma bir alternatif teşkil etmediğini, gıda arz güvenliği anlamında tamamlayıcı bir unsur olarak faydalanılması gerektiğini ortaya koyuyor.”

Kutman, doğru bir şekilde kurgulanmış dikey tarım yöntemiyle yetiştirilen ürünlerin sağlık açısından bir sorun teşkil edip etmediği hakkında ise “Bu sistemlerde tüm girdiler kontrollü olduğu için ve de ortaya çıkan ürünler son derece sıkı bir şekilde analiz edildiği için biz biliyoruz ki toksik element içeriği noktasında da bu gıdalar geleneksel ürünlere kıyasla çok büyük avantajlar sağlıyor.” değerlendirmesini yaptı.

Geleneksel tarımda taze gıdaların besin değerlerinin standart olmadığını yani yan yana yetişen bitkilerin bile farklı besin değerlerine sahip olabildiğini bildiren Kutman, dikey tarım yöntemiyle yetiştirilen gıdaların besin değerleriyle ilgili tüketicinin bilgi sahibi olabildiğini aktardı.

Kutman, “Bu tür sistemlerde müthiş bir standardizasyon elde edebiliyoruz ve analiz yaptığımız zaman ortaya adeta işlenmiş bir paketli ürün gibi besin değerleriyle ilgili belli aralıklarla rapor etme şansımız oluyor. Dolayısıyla tüketici ‘Ben bu maruldan 100 gram yersem günlük C vitamini, çinko, betakaroten ihtiyacımın şu kadarını karşılayabilirim’ diyebilecek.” diye konuştu.

“40 metrekarelik alanda 1 dönüme tekabül edebilen üretim yapıyoruz”

Dikey tarım alanında faaliyet gösteren Plant Factory şirketinin kurucu ortağı Halil Beşkardeşler, kapalı alan tarım sistemlerinin 1990’lı yıllarda Uzak Doğu’da gelişmeye başladığını, kaynakların verimli kullanımını ön planda tutan bir üretim biçimi olan sistemin, 2000’lerin başında Amerika’da popüler olduktan sonra diğer ülkelere de yayıldığını anlattı.

Kendilerinin de raf ömrü düşük, taze tüketilmesi gereken ürünleri dikey tarım sistemiyle şehrin içinde ürettiklerini belirten Beşkardeşler, şöyle devam etti:

“Temiz oda mantığında üretim yaptığımız için pestisit kullanmıyoruz. İkincisi sürekli suyu sirküle ettiğimiz için neredeyse yüzde 95 daha az su tüketiyoruz. Üçüncüsü şehir içinde üretim yaptığımız için ürünler kamyonlarla şehir dışından şehir içine gelmiyor. Normalde en az 400-500 km yol yapan ürünler, şehir içinde üretim sayesinde 30-40 km yol yaparak ve karbon ayak izini minimize ederek son tüketiciye ya da ilgili kanallara ulaştırılıyor. Geleneksel tarıma göre 315 kat daha verimli üretim yapıyoruz. Bunun bir sürü parametresi var. Mevsimden bağımsız üretim yapıyor olmamız, bitkiyi çok daha hızlı yetiştirebiliyor olmamız vesaire. Biz burada 40 metrekarelik alanda 1 dönüme tekabül edebilen bir üretim yapıyoruz. Bu aslında çok multidisipliner bir alan, çok ciddi mühendislik sorunlarıyla uğraşıyoruz. Kapalı alan dikey tarım sistemlerinde iklimlendirme, aydınlatma, arıtma, dozlama ve bitki fizyolojisi bir arada. Doğru bir mühendislikle sektörün talep ettiği ürün gruplarını yetiştirmek üzere hareket ediyoruz.”

“Taahhüt verebilecek kapasitedeyiz”

Marul, pazı, fesleğen, reyhan, kişniş, su teresi ve hardal otu gibi yeşil yapraklı sebzeler yetiştirdikleri, haziran ayından sonra çilek ve domates gibi ürünleri yetiştirmek için denemeler yapmaya başlayacakları bilgisini veren Beşkardeşler, kendi kurdukları sistemle geliştirdikleri ürünleri online kanallar üzerinden son tüketiciye ulaştırdıklarını aynı zamanda bu ürünleri otel, kafe ve restoranlara da gönderdiklerini kaydetti.

Beşkardeşler, “Biz şunu yapmaya çalışıyoruz; tarımda taahhüt verebilmek. Bugün geleneksel tarım ya da serada herhangi bir firma taahhüt veremez. Neden? Çünkü iklime, toprak verimliliğine bağlı. Biz 365 gün, kapalı alanda, standart kalitede, benzer gramajlı ürün yetiştirdiğimiz için bu taahhüdü verebilecek kapasitedeyiz.” dedi.

Sektörün Türkiye’de gelişmesinin öneminden bahseden Beşkardeşler, sözlerini, “Bunu sadece bizim firmamız tek başına yapamaz. Diğer firmaların da pazara girmesi gerekiyor çünkü çok ciddi hacim var. Bununla birlikte devlet tarafından doğru regüle edilmesi, kurallarının konması lazım çünkü burada bir canlı üretiliyor ve insanlar bunu tüketiyor. Çok doğru bir şekilde, sistematik ilerlenirse Türkiye, dünyada yeni gelişmekte olan bu sektörde öncülerden biri olabilir.” diye tamamladı.



Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.

betnis giriş
betnis
yakabet giriş