İnegöl Kent Konseyi Çocuk Meclisi Başkanı Mine Atıcı, geçtiğimiz gün yazılı basın açıklamasında bulunarak, eski “Anne baba” ve günümüzdeki “Anne baba” kıyaslamasında bulundu. Eskiden insanların daha sağlıklı aile bağları olduğunun altını çizen Mine Atıcı, günümüz ailelerinin genel olarak küçük şeylerden boşanmaya gittiğini belirterek, “Bireyselleşmiş, bencil olmayı kişiliğini ortaya koymak, ezilmemek zanneden biyolojik anne babalar türedi. Sayıları da maalesef her geçen gün artmakta” dedi.
Geçmiş dönemdeki “Anne baba” bağlarının, günümüzdeki aile kavramına örnek teşkil ettiğini belirten Atıcı, gençlerin evliliklerini tek düşünce üzerinden hareket ettirme çabalarının ayrılıkları getirdiğini ifade etti.
BİYOLOJİK ANNE BABALAR TÜREDİ
Mine Atıcı, yazılı basın açıklamasında şu ifadeleri kullandı; “Hemen her konuda eskiye özlem vardır ve hep nerede o eski eşyalar, evler hatta çocuklar diye ah vah eder insanlar. Bu eskiye özlemin aile ile ilgili kısmında şüphesiz en önemli özlem nerede o eski anne-babalar olmalıdır. Hepimiz anne babamızı düşündüğümüzde; ilk kuracağımız cümleler vefakâr-cefakâr, çilekeş annem ya da babam olur. Onların yaşadığı türlü türlü olumsuzluklar karşısında dağ gibi dimdik duruşları gelir aklımıza. Derin bir iç çeker ve anne babalar önemlidir ama benim annem ya da babam ayrıdır. Dağ gibi, güneş gibi kadındı ya da adamdı deriz. Onları dağ gibi güneş gibi yapan; zorluklar karşısında dimdik ayakta durmaları, yılmadan usanmadan her gün yeniden ailesinin üzerine sıcaklık, aydınlık, huzur vermek için doğmalarıdır. İşte bu yüzden gözümüzde devleştiler. İdolümüz oldular. Bizler anne babamızdan öğrendik; güçlü olmayı, yılmamayı, en ufak mağlubiyette kaçmamayı, başarmak için çaba, sabır, sebat gerektiğini. Peki bu nesil kimden öğrenecek bunları? Günümüzde toplumsal ve kültürel değişimlerin aileye yansıması sonucunda bireyselleşmiş, bencil olmayı kişiliğini ortaya koymak, ezilmemek zanneden biyolojik anne babalar türedi. Sayıları da maalesef her geçen gün artmakta”
KILIFTA HAZIR; BEN MUTSUZSAM ÇOCUĞUMDA MUTSUZ OLUR
“Acaba bizim anne babalarımız hep aynı şeyi düşünüyor, aynı şeyi seviyordu da mı ayrılmadılar yoksa onlar yeni nesil terimle ezik mi idiler. Bilakis onlar gerçekten evliliğin, ailenin ne olduğunu bilen insanlardı. Evliliğe bir olmak değil, birlik olmak sanatı diye bakabilen, karşısındaki kişiyi değiştirmek değil onunla yaşayabilmek için çabalayan belki eşinden daha fazla fedakârlık yapan ama ailesini bir arada tutabilen insanlardı. Yeni nesilde ise bu durum tam tersidir. Gençler en başta evlenirken evlilik kavramını bilmeden evleniyorlar. Eşinle hep aynı şeyleri seveceksin, aynı bakış açısına sahip olacaksın zannediyorlar. Yani evliliği bir olma sanatı gibi düşünüyorlar. Tabii kısa bir süre sonra da ilk duvara çarpıyorlar. Çünkü karşıdaki kişi aynadaki aksi değil. Bu defa onu değiştirme kendine benzetme çabası başlıyor. Maalesef bunda da başarılı olamıyorlar. Çalışmalar devam ederken karşılıklı çatışmalarda şiddetleniyor. Bazen bu kargaşanın içinde bazen de çatışmalara bir çözüm gibi düşünülerek aileye bir de çocuk ekleniyor. Sorunların altından kalkılamayacak hale geliyor. Sevgileri nefrete dönüşüyor, saygıları bitiyor. Kurmaya çalıştıkları ailenin altında eziliyor, kayboluyorlar ve evliliği kocaman bir sorun olarak görmeye başlıyorlar. Tabii en kolay yol; ülkemizde de boşanmaların önemli bir bölümünü oluşturan “Fikir Ayrılığı” nedeni ile boşanma. Kılıfta hazır ben mutsuzsam çocuğumda mutsuz olur. Oysa bu o kadar kolay değildir”
SEVME SEVİLME DUYGULARI DA EKSİK KALACAKTIR
“Boşanma çocuk için travmatik bir durumdur. Travmanın atlatılması için aileden, daha ileri boyutta terapistten yardım alınması gerekir. Sadece aynı fikirde olmamak çocuğunu bu travmanın ortasına atmak için yeterli midir? Ya da sadece bu sebeple boşanmak, kolayı seçmek yenilmek değil midir? Bu şekilde kendi hatalarını görmeden, gerekli çaba ve özveriyi göstermeden, gerektiğinde sabretmeden kolay yol seçildiğinde; çocuğa ne öğretilmektedir? Çocuklar ona ne söylendiğiyle değil nasıl davranıldığıyla ilgilenirler. Böyle bir durumda çocuğun anne babasından öğrendiği ilk ders kolayı seçmek, uğraşmamaktır. Gerçek aile kavramını tam olarak öğrenemeyecek, ailede alması gereken yukarıda bahsedilen duygularının yanı sıra temel güven, bağlılık, sevme sevilme duyguları da eksik kalacaktır. Küçücük çocuk kendi doğrularını bulabilmek için ailesiyle yaşayan çocuklardan iki katı fazla çaba sarf etmesi gerekecektir. Belki bu eksikliği hayatında farklı ve yanlış şeylerle doldurmaya çalışacak, olumsuz davranış kalıplarıyla dikkat çektiğini fark edecek ve olumsuz davranış çeşidini artıracak, tüm hayatına genelleyecek, doğru davranış kalıbını bilmediği görmediği ya da aslında doğru davranış kalıplarını ailesininki sandığı için nasıl düzeltmesi gerektiğini bilmeyecektir”
“Bu pencereden bakıldığında yeni nesil biyoloji anne-babaların karneleri zayıflarla doludur. Bizim çocuklara söylediğimiz gibi zayıfları kurtarmak ise tamamen onların elindedir. Çocuklar anne babaya emanettir, onların ve dolayısıyla toplumun geleceğidir. Bu bilinçle çocukların en önce eğitimlerini ailelerinden doğru almasını sağlamak, ailenin bir çocuğun hayatındaki öneminin farkına varmak ve anne baba olarak fikir ayrılıklarını boşanma sebebi olarak görmemek bilakis ailenin rengi olarak görüp ona göre davranmak gerekir. Anne babalar karnelerindeki bu zayıflarını en kısa zamanda düzeltmeye çalışmak zorundadır. Bu onları biyolojik anne baba olmaktan kurtarıp gerçek anne babalar yapacaktır”