1992 Yılında Bosna’da başlayan ve Sırplar ile bazı bölgelerdeki Hırvatların Müslümanları katletmesine gönlü razı gelmeyen bir Türk mücahid, bu bölgeye giderek gönüllü askerlik yapmıştı. Bu isimlerden biri de İnegöl’ün Hamamlı Mahallesi’nde doğup büyüyen Halil Kuşçu oldu. Kuşçu, gazetemize özel röportajında o günlere ait anılarını okurlarımız için paylaştı.
Gazetemize özel açıklamalarda bulunan İnegöllü Mücahid Halil Kuşçu şu ifadeleri kullandı: “Savaş 1992’de başladı. Nisan gibi başladı 4. ayda. Ben Eylül’de oradaydım. İlk başladığı aylarda gittim oraya ben. Bu Filistin olayları gibi, Suriye olayları gibi o zamanlarda da hep gündemde Bosna vardı medyada. Tabi içimiz kan ağlıyor. En sonunda gideyim de bari bir işe yarayayım dedim. Hiç bir işe yaramasam bile en azından adamlara moral olurum dedim. Türkiye’den kalkmış buraya gelmiş derler ve bir doping olur onlar için dedim. Nasıl gideceğimi de bilmiyorum. O yıllarda yayın yapan bir gazeteyi aradım. Gazete’nin dış haberler müdürüne başladılar beni. Bende o adama niyetimi anlattım. Oraya gideceğim ama nasıl gideceğimi bilmiyorum dedim. Biz gazeteci olarak böyle şeylerden uzak durmaya çalışıyoruz ama ben sana bir yol göstereyim dedi. İstanbul’da bir Boşnak iş adamı olduğunu söyledi. O iş adamının bana telefonunu verdi. Daha sonra Boşnak iş adamı ile telefonda görüştük. Bana, ‘Nereye gideceğinin farkındasın değil mi? 20. Asrın en kanlı savaşı var. Pikniğe gitmiyorsun’ dedi. Benim kararımı net verdiğimi anlayınca da, ‘Sen canını ortaya koymuşsun, sen pasaportunu çıkar gel’ dedi. O zaman bende pasaport yok. Pasaport işlemlerine başladık ve ben 4 günde pasaportu aldım. Yeniden aradım ve hazır olduğumu söyledim. Cumartesi günü İstanbul’da olmamı ve Pazar günü de saat 1’e yerimi ayırttığını söyledi. Benim yanım Bosna sınırına kadar tercüman vereceğini söyledi. Cumartesi günü İstanbul’a gittim ve Boşnak iş adamının iş yerini buldum. Beni karşıladılar ve İnegöl’den mi geldin dediler. Bende evet dedim. Karşı otele git yerini ayırdılar, yarın 1’de uçağınız kalkacak dedi. Uçağımız kalkacak ama Adria Havayolları ile. O zaman Bosna hava sahası kapalı savaş nedeni ile. Önce biz Adria havayolları ile Slovenya’ya gittik. Slovenya’da indik Pazar günü başkent Ljubljana’ya. Oradan kara yolu ile otobüsle Zagreb’e geçtik. Hırvatistan’da bir otobüs daha değiştirdik. Yupanje diye bir şehri var Hırvatistan’ın. Sınır şehri. O şehrin kıyısında Sava Nehri var. O nehir Bosna ve Hırvatistan sınırı. Yupanje’ye varınca Hırvat yetkililer telefon ettiler Bosna yetkililerine. Türkiye’den geldiğimizi ve onlarla görüşmek istediğimizi söylediler. Daha sonra bir subay iki asker geldi yanımıza. Bizi oradan alıp gece saatlerinde sandallarla karşıya geçirdiler. Daha sonra Oraje şehrine gittik. O şehirde Bosna Ordusu 106. Piyade Alayı’na gönüllü asker olduk. Yani ben Bosna ordusunda gönüllü askerlik yaptım”
İKİNCİ KÖY TEMİZLEME OPERASYONUNDA ARKADAŞI ŞEHİD OLDU
“Cumhurbaşkanımız bazen, ‘Her şey bir tarafa, Allah bizimle beraber’ diyorya, bu her yerde geçerli. Allah’ın yardımı olmasa zaten başarılı olman mümkün değil. Normalde yaşadığınız bazı şeylerin gizli kalması gerekiyor. Ama ben size başımdan geçen bir kaç şeyi anlatayım. Bizim bir arkadaşımız vardı aslen Giresunlu ama Gebze Darıca’da oturuyordu. Ben zaten tek gitmedim. 9 Arkadaş oradaydık. Biz cephede 48 saat kalırdık, 24 saat şehir merkezinde istirahat ederdik. Biz tabi eve gelince üstümüzü başımızı temizliyoruz, silahları temizliyoruz. Bu Darıcalı arkadaş banyo sırasını bizden istedi. Sonra bize, ‘Ya ben cephede hamamcı olmuşum’ dedi. Biz şimdi cepheye gittik mi, iki arkadaş mevzide beklerdik, bir arkadaş da uyurdu. Uyumadan dinlenmeden olmuyor. Tabi bizim Darıcalı arkadaş banyo sırasını isteyince, Adapazarlı bir arkadaşımız vardı oda çok şaka yapmayı severdi. O da, ‘Vay hocam senin yaptığında iş mi’ dedi. Tabi hepimiz güldük. Bu girdi banyosunu yaptı. Bir daha cepheye gittik geldik. Darıcalı arkadaşın suratı biraz düşük. Adapazarlı arkadaşımız, ‘Hoca yoksa yine mi?’ dedi. Darıcalı arkadaşımız da, ‘Bende hiç böyle olmazdı’ dedi. Adapazarlı arkadaş da biraz şaka yaptı. Tabi Darıcalı arkadaşımız banyoya girince, Adanalı Mahmut isminde bir arkadaşımız vardı o da dedi ki, “Susun arkadaşlar. Arkadaşımız ile alay ederken, kalbini kırmayın’ dedi. Bizde hayırdır ne oldu dedik. Arkadaşımıza şehitlik nasip olacak deyince biz ne diyorsun sen nerden biliyorsun dedik. Adanalı arkadaşımız da, ‘Allah onun için temizliyor, o da gelip dışını temizliyor. Kardeşimiz bugün yarın şehitlik mertebesine ulaşıp Allah’ına kavuşacak. Onun hazırlığını yapıyor’ dedi. Sonraki cepheye gidişimizde Kapanice diye bir köyün Sırp işgalinden kurtarılması sırasında, o arkadaşımızı şehid verdik”
SIRPLARI PÜSKÜRTTÜK
“Oraje şehri, Türkçe ismi Cevizli demekmiş. Sırplar şehre 3 kilometre mesafedeydi. Bir tarafta elimizde tutabiliyorduk koridoru, Hırvat sınırı ile bağlantımız vardı. Oradan lojistik destek geliyordu. Şehir üçgen şeklinde kuşatma altındaydı. Bir taraf bizim can damarımızdı orayı kaptırmamaya çalışıyorduk. Ben 5.5 ay kaldım orada Sırplar 48 kilometre şehre mesafedeydi. Yani 45 kilometre bunları geri püskürttük. Kopanice, Vidovice, Lepnisa 3 tane köyün bir fiil geri alınmasında arkadaşlarımız ile savaştık. İlk köyü kazasız belasız atlattık. Şehidimizi ikinci köyde verdik. Ben geldikten sonra Aydınlı arkadaşımız da ayağını kaybetti”
İLETİŞİMSİZLİK İKİ ATEŞ ARASINDA BIRAKTI
“Bir gün ormanlık bir alana götürdüler. Sırp mevzileri var tabi köyden sürmüşler ileri doğru. Arkamızda köy var ama köy tam temizlenmiş değil. Bizi ormana götürdüler, Sırplar bizim oraya yerleştiğimizi bildiği için başladılar bizi bombalamaya. Köyde de bizim orada olduğumuzu bilen yok. Onlarda bize ateş etmeye başladılar. Biz iki ateş içerisinde kaldık. Hiç bir tarafa karşılık vermiyoruz. Tam siper yattık. Bir avantajımız var her tarafımız ormanlık, ağaçlar bize siper oluyor. Artık dallar budaklar bizi koruyor. Adapazarlı arkadaş yanıma uzanmış, ‘Allah’ım beni bilirsin. Ben dürüst adamım, sözümün eriyim. Şuradan sağ salim kurtulalım, sana kınalı koç kurban edeceğim’ dedi. Mudanyalı Necati diye bir arkadaşımız vardı. Oda, ‘Sus terbiyesiz Allah’a rüşvet mi teklif ediyorsun. Senin keseceğin koça Rabbimin ihtiyacı mı var? Deve bile kessen bu sefer gittin’ dedi. Adapazarlı arkadaşta, ‘Hadi karşıdakiler Sırp anlıyorum da, bizimkilere ne oluyor. Böyle bir komik ortam oldu. Yanımızdaki Subay gitti durumu izah etti. Sonra baktılar bizim can güvenliğimiz tehlikede, 1 saat sonra bizi köyün içine çektiler. Yani orada bazen öyle karışıklıklar da oldu”
MEVZİDE YAŞANAN O MANEVİ OLAY
“Balkan soğuğu çok fenadır. Kanallar zaten yarıya kadar su. Dışarı çıksan mermi yersin. Buz gibi suyun içinde duruyorsun. Hareketsiz durduğun için de uyuşukluk çöküyor. Yorgunluk, uykusuzluk.. Derken Adapazarlı arkadaş uyuya kalmış. Bu arkadaş biz şehir merkezindeyken ufak bir çocuğa besmele çekmeyi, Tekbir getirmeyi öğretmiş. Çocuğun ailesi de seviniyormuş. Uyuya kalınca da bu Adapazarlı arkadaş, rüyasında bu çocuğu görmüş. Rüyasında çocuğu görünce, ne arıyor bu çocuk burada demiş. Çocuk kaçıyor, bu kovalıyormuş. En sonunda çocuk durmuş. Oturmuş kollarını açmış gel demiş küçük çocuğa. Çocuk buna doğru koşarken bu sarılacak diye beklerken, çocuk bizim arkadaşı itmiş ve arkadaş sağ tarafına doğru düşmüş. Tabi o an cephede uyukluyor. Uyurken çocuğun itmesi ile mevzide düşmüş. Düşünce uyanmış ve bir merminin tam yanından geçtiğini hissetmiş. Mevziye gittik baktık aynen arkadaşın dediği gibi olmuş. Yani o rüyanın etkisi ile tökezleyip düşmese, mermi göğsünden girip, sırtından çıkacak. Bu Allah’ın yardımı değil de nedir? Yani eceli gelse mutlaka olacak. Ama burada Cenab-ı Allah’ın yardımı var. Ufacık bir çocuğun besmele öğrenmesi, belki onun hayatını kurtarıyor. Bunların hepsi inançsız insana göre tesadüf ama bana göre Allah’ın bir mucizesi. Biz ayın ikiye bölünmesi gibi bir mucize bu devirde bekleyemeyiz. Ama bazı mucizeler vardır ve gerçektir”
AYDINLI ARKADAŞ 3 KEZ VURULDU
“Aydınlı arkadaşımız 3 kere yaralandı. Tevafukya. Mevzide kaldığımız için hava çok soğuk. Mevzinin ağzına battaniye örtüyorduk rüzgar girmesin diye. Mevziye girerken battaniyeyi örteyim de içeri rüzgar girmesin dedi. Elini uzattı merminin biri geldi serçe parmağını aldı götürdü. Bu başladı zıplamaya, tabi müdahale edildi. Sonra da yarın bir daha cepheye geldi devam etti. Aradan bir ay geçti bir daha vuruldu bu. Bu sefer kafasının sağ tarafını mermi sıyırmış geçmiş. Başını çizmişti. 3 gün kafası sarılı gezdi. Tabi yine cepheye geldi. Ama 3.’ye tam vuruldu, bacak gitti. Yani aynı adam 4 kere yaralandı. Hepimiz döndük bir o arkadaş kaldı orada. Herkes Türkiye’ye gerdi döndü ama o arkadaşın annesi ile babası ayrılmış, annesi başka bir adamla, babası da başka bir kadınla evlenmiş. Arkadaşımız, ‘Anneme gitsem üvey baba, babama gitsem üvey anne var. Bacağımda yok Türkiye’ye gidip dilencilik mi yapayım” dedi. Tabi o adamlar için savaştı, o adamlar için ayağını kaybetti. Orada kaldı. Sonra ben arkadaşlardan duydum, malulen emekli yapmışlar onu. Oradan evlendirmişler. O arkadaş halen daha orada. Arkadaşların çoğu ile ilk zamanlar irtibat halindeydik ama sonradan hayat mücadelesi bizi bir tarafa savurduğu için irtibat kesildi. Oraje’de Hırvat çoğunluktaydı. Bize Zagreb’de sordular; Sizi Travik’e veya Zenica’ya gönderelim dediler. Önceden Adapazarı’nda bir mücahit grup gitmiş 48 kişilik Travnik’e. Bize Oraje’yi teklif ettiler sonra. Ama orada Müslümanın çok az olduğunu, Hırvatların daha çok olduğunu söylediler. Müslüman nüfus az diye de mücahitlerin pek bu cepheyi tercih etmediklerini söylediler. Az olan yere gidelim ki insanlar sevinsin, kendilerini yalnız hissetmesin dedik. Oraje’nin stratejik öneme sahip olduğunu, karşıda da Tuzla Cephesi olduğunu söylediler. Oraje ile Tuzla arasındaki koridordan, Sırbistan’dan sürekli lojistik destek geliyor, bizimkilerde orayı sürekli vuruyorlar, Sırplar’da bu bölgeyi kaptırmamak için sürekli ateş açıyor, velhasıl silahlar hiç susmuyor, kan gövdeyi götürüyor dediler. Bizde illa Oraje’ye gidelim dedik. Sonra bizim Oraje’ye gönderdiler”
O BİZDEN DEĞİL, BOŞNAKÇA DA BİLMİYOR DEMİŞLER
“Şimdi 48 saat cephede uzun süre. Bazen bir Boşnak asker kardeşimiz geliyordu elinde bir parça ekmek, biz arkadaşlarla yedik az önce benim canım istemiyor karnım aç değil al sen ye diyordu. Halbuki yalan. Nereden bulacak yemek de yiyecek. Aslında o kendi hakkını yemiyor, sen Türkiye’den gitmişsin diye kendi hakkını sana veriyor. Ama ben Mesela Bosna’dan döneli 25 sene oluyor. Bir sürü Bosna’dan birileri geldi. Bizim için savaşan birileri varsa görelim demişler. Bizim buradaki Bosna Hersek derneği, her seferinde Bosna heyetini alıp Turanköy’deki şehidimizin kabrine götürüyor. Her geleni Turanköy’deki şehidimizin kabrine götürdüler. Bir gün başka bir dernekten arkadaşlar demişler ki, ‘Bosna’da savaşan biri var. Siz Bosna’dan gelen heyetlerle bu adamı neden tanıştırmıyorsunuz? Hiç arayıp sormuyorsunuz”… Onlarda, ‘Ama o bizden değil, Boşnakça da bilmiyor’ demişler. Yani kardeşim kuru kuru milliyetçilik yapma. Irkçılık olmasın yani. Sen o kadar iyi Boşnak’tın kan gövdeyi götürürken aklın neredeydi? Şimdi, ‘Rabbim nasip etti ben iki kere gittim Sarayova’ya’ diyorlar. O günlerde nerdeydin kardeşim. Orada milletin ırzına geçilirken, bombalar yağarken, katliamlar yapılırken, sen madem iyi Boşnaksın, kendi vatandaşın can çekişirken bir tane benim gibi aptal çıkaramadınız mı içinizden oraya gönderecek? Kuru kuru milliyetçililik yapıyor. Şimdi kurtulmuş bağımsız ülke, turist olarak gezmeye gidiyorsun. O kadar iyiydin de o günlerde niye gitmedin. Yani hoş hepsini aynı kefeye koymuyorum. Aralarında iyileri de var”
“Ben 1992 Eylül Ayı’nda gittim. Şubat’ın 26’sında geri döndüm. Yani 5.5 ay falan kaldım. Döndüm derken ben bir görevi yerine getirmek için döndüm. Aslında ben Zagreb’deki İHH yardım teşkilatındaki görevli arkadaşları tanıyordum. Yarım organizasyonları yapan arkadaşları tanıyordum. Yani dediler ki sen git yardım toplansın. Ben geldim, Gemlik, İnegöl gibi bazı şehirlerde yardımlar topladık ama bir türlü oraya dönemedim. Ben geldikten 9 gün sonra Mostar şehri de karıştı. Adria Denizi’ni BM askerleri orayı tutmuş ambargo uyguluyorlar. Sırplar ve Hırvatlar kara sınırı. Sırplarla zaten çatışıyorsun, yani bir Hırvat sınırı açıktı. Onlarla da birbirine düşünce, Bosna tamamen abluka altına alındı. Bu Dayton anlaşması da zaten ondan oldu. Çünkü zor şartlar altında devam eden savaş, halk da bıkmış artık, yani en kötü barış savaştan iyidir mantığı ile yapılan anlaşma. Şimdi dönüşümlü başkanlık sistemi var. Ülke bir adım ileri gitmiyor. Doğru düzgün hizmet alamıyor. Adı bağımsız ama Kudüs oylamasında da gördük, çekimser kalındı. Müslüman yönetim evet oyu kullanıyor ama diğerleri çekimse kalınca, karman çorban bir şey oluyor. Şuan orada BM askeri var, o asker çekilse belki iki ay sonra yine insanlar birbirine düşecek”
SLOVENYALILARIN MÜCAHİD KORKUSU
“Ben buraya geldim yardımlar topladım. Ondan sonra tekrar Bosna’ya dönmek için yola koyuldum. Adria havayollarına bindim Slovenya’da indim. Hırvatlar geçiş izni vermediği için bir sonraki uçak da 3 gün sonra olduğu için Slovenya’da tutuklandım. Götürdüler bizi nezarete. Böyle otel gibi bir yer. Sınır dışı edileceklerin bekletildiği bir yer. Biz iki arkadaşız. Adapazarlı arkadaş da var yanımda. Ama şöyle bir tehlike de var; Slovenler seni tutup para karşılığı Hırvatlara satabilir. Sırbistan’da seni cephede yakalamış gibi yargılar, işkence uygular. Herkes anlattığım yerde serbest bir şekilde duruyor. Biz mücahit olduğumuz için bizi odamıza kilitliyorlar. Mücahit kelimesinden o kadar korkuyorlar yani. Herkes öğlen saati gelince yemeğe iniyor, yemeğini yiyip çıkıyor. Sıra bize gelince 2 tane silahlı geliyor, diğeri de kapıyı açıyor. Adapazarlı arkadaşta benim gibi ufak tefek bir şey. Yine orada da şakasını yaptı, ‘Ya arkadaş, ikimizde cılız adamız. Bunlar bizi yemeğe götürmeye 3 kişi geliyor. Şöyle cüsseli, güçlü kuvvetli olsak, herhalde bir manga dolusu gelecekler. Bir şey düşürürsen aniden eğilme almak için, bunlar zaten bizi görünce aklı gidiyor vallahi panikten bizi tararlar’ … Yemeğe indik öğlen saatiydi. Bir genç kız geldi. Slovenya’da da çok mülteci var. Burada nasıl Suriyeli varsa, orada da Boşnak mülteciler vardı. Kız işte bize Türk müsünüz dedi. Bizde evet Türk’üz ama sen nerden anladın dedik. Ekmeği bölerken besmele çektiniz oradan sizin Türk olduğunuzu anladım dedi. Tabi bizde de hediyeler var. Ülkemize bizi geri gönderecekleri için bizim hediyelerin hepsini o kıza verip, mültecilere dağıtmasını söyledik. Kız gitti ama aradan biraz zaman sonra geri geldi ve yanında ailesi vardı. Anne babası bizlere sarılarak ağladılar. Biraz sohbet ettikten sonra gittiler. Yine aradan zaman geçti bu sefer bizim bulunduğumuz binanın önüne insanlar akın etti. Sürekli polisle tartışıyorlardı. Yanımızda bir Arnavut vardı. Ona sorduk ne oluyor bu sıkıntı ne dedik. O da sizin yüzünden sıkıntı dedi. Nasıl yani dedik. Meğer bütün mülteci Boşnaklar bizim için kapıya yığılmış ve herkes illa bizimle görüşmek istiyorlarmış. Hani sadece görüşelim diyorlarmış. Aradan bir saat geçti. Kalabalık giderek arttı artık polis de bizi onlarla görüştürmeye mecbur kaldı. Bizi kapıya getirdiler ve Boşnak kardeşlerimiz bizlere sarılıp ağlamaya başladı. Onlarda sohbet ettikten sonra tekrar binaya geri döndük”
MACAR POLİS YARDIMCI OLDU
“Ben tabi İnegöl’e geri döndüm. Bir daha gitmek için yola çıktım. Ama bu sefer kara yoluyla gideyim dedim. Macaristan Hırvatistan sınırına gelince, Macar polis benim sınırı geçmememi söyledi. Eğer geçersem Hırvatların beni sınıra alınca direk öldüreceğini söyledi. Macar Polis, ‘Aynı dinden değiliz ama ben Türkleri seviyorum’ dedi. Onun için sakın geçme dedi. Zaten o ara otobüste durmadı gitti. Bana ülkene geri dön dedi. Bende nasıl döneyim sen beni indirdin otobüste gitti dedim. Oda bana ben senin işini ayarlayacağım dedi. Bir zaman sonra Avrupa’dan Bükreş’e giden bir otobüs geldi. Polis beni o otobüse bindirip Bükreş’e gitmemi söyledi. Bükreş’e indiğimde çok şaşırdım. Herkes Türkçe konuşuyordu. Hiç zorlanmadan otobüse binip geri döndüm”
YARDIMLARI KONSOLOSLUĞA TESLİM ETTİM
“İnegöl’e gelince tekrar gitmek istiyorum. Tabi yardımları da topladık. Ama bir türlü gitmek nasip olmadı. Artık kara kara düşünürken bir gün köye Bosna’dan birileri geldi seni görmek istiyorlar dedi. Bende şaşırdım. Gittiğimde bir Boşnak subay vardı. Yanında da bir tane tercüman vardı. Subay aslında buraya gelmeyecektim ama biri sana bir hediye gönderdi dedi. Kim bana hediye gönderecek ki oradan dedim ama merak ettim. Bir kutu açtı, kutunun içinde bir bez ve üzerinde hafif kan vardı. O an her şeyi anladım… Biz Bosna’da iken bir çocuğun parmağı kanamıştı. Çok küçük kesik olmasına rağmen çocuk ağlıyor annesine sanki zulüm ediyordu. Bende bari kadıncağızı bu konuda kurtarayım diye çocuğu yanıma çağırdım. Bende parmağımı kesip bak kan kardeşi olduk dedim. O çocuk bana daha sonra çok bağlandı. Hatta ben ne zaman cepheye gitsem bana sarılır kendine dikkat et Allah’a emanet ol derdi. İşte o çocuk Subayın buraya geleceğini duyunca, hediyelik de bir şey bulamamış. Benim adresimi subaya vermiş, annesinden de bir parça bez alıp kanını damlatmış. Subay bu nasıl hediye deyince de, sen ona ver o anlar demiş. Tabi bu alayı kahvede anlattı Subay. Subayın bu konuyu anlatması ile kahvede bulunan bütün millet gözyaşı döktü. Hazır Subay gelmişken beni de götürmesini söyledim. Sonra beraber İstanbul’a geldik. İstanbul’da konsolosluk beni bırakmadı. Subaya da artık benim gidemeyeceğimi, ülke için sıkıntı oluşturabileceğimi söylediler. Bende o kadar yardımı konsolosluğa belge karşılığı verdim. O aldığım belgeyi de çoğaltarak, nerede yardım topladıysak oradaki insanlara gönderdim”
BOSNA’YA GİTMEK İSTİYORUM
“Ben Bosna’ya çok gitmek istiyorum. En kanlı döneminde gittim de, barış zamanında neden gitmeyeyim. En azından askerlik yaptığım şehre gideceğim, orada hayatta kalan arkadaşlar varsa beni herkes tanır. Mücahit Halil dediğin zaman mutlaka beni hatırlayacaklardır. Unuturlar mı hiç silah arkadaşlarını. Zaten biz oraya ilk gittiğimizde bize, ‘Siz dil bilmiyorsunuz, hepiniz bir arada duramazsınız. Sizi dağıtalım’ dediler. Her mevzide iki Bosna askeri var. İki Boşnak’ın yanına bir mücahit verdiler. Zaten kimi kimin yanına verdilerse onlar iyi arkadaş oldu. Sen şimdi ilk göz ağrın Bosnalı olarak onları tanıdın. Onlarda ilk mücahit olarak seni tanıdı. Dostluklar kuruldu. Dil bilmiyorduk ama bazen diyordum arkadaş ne çok muhabbet ettik, neler konuştuk. İyi ki dil bilmiyoruz, dil bilsek ne olacak… Tarzanca da olsa anlaşabiliyorduk. Onlar bana Boşnakça bende onlara Türkçe öğretiyordum. Anılarımızda arasında güzel şeylerde var”