Pandemi başında yurtdışı yasakları başlayıp, buna Hac yasağı da eklenince Kâbe’nin bomboş olduğu bir sürü fotoğraf yayınlandı. “Kâbe hiç bu kadar yalnız kalmadı” gibi bir sürü güzellemeler yapıldı. Yalan söyleyemeyeceğim, benim ilk aklıma gelen Kâbe’nin boş kalması değil de Müslüman bildiğimiz (!) Suudi Arabistan kralları bu yasak yüzünden ne kadar zarar edecek düşüncesiydi. Öyle ya […]
Pandemi başında yurtdışı yasakları başlayıp, buna Hac yasağı da eklenince Kâbe’nin bomboş olduğu bir sürü fotoğraf yayınlandı.
“Kâbe hiç bu kadar yalnız kalmadı” gibi bir sürü güzellemeler yapıldı.
Yalan söyleyemeyeceğim, benim ilk aklıma gelen Kâbe’nin boş kalması değil de Müslüman bildiğimiz (!) Suudi Arabistan kralları bu yasak yüzünden ne kadar zarar edecek düşüncesiydi.
Öyle ya müminlerin kıblesi Kâbe’nin yanı başına dikilip maneviyatımıza saldıran heyula gibi oteller, üst üste çukurlara atılan hacıların kurbanları kimsenin umurunda olmayabilirdi fakat benim uzun zamandır diş bilediğim bir mevzuydu…
Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalip’ in zamanın firavunu Ebrehe ile arasında geçen mevzuyu hepimiz biliriz.
Kısaca hatırlatayım: Kâbe’yi yıkmak isteyen Ebrehe halkın develerine el koyduğunda, Abdülmuttalip Ebrehe’ ye giderek develerini ister.
Ebrehe ise “Ben senin mabedini yıkacağım diyorum sen ise develerin derdindesin” deyince Abdülmuttalip asırlarca dillere pelesenk olacak bir cevap verir: Kâbe’nin sahibi de koruyucusu da Allah’tır, sen benim develerimi ver!
Önceden kâfirlere kâfir demeyi çok sert bulurdum.
Hatta Necip Fazıl’ı bu ifadeyi sürekli telaffuz etmesinden dolayı da eleştirirdim.
Fakat yaş ilerledikçe hümanistlik filan kalmıyor.
Zira bugün Kâbe’ye dil uzatan yahut Müslümanlık dinini aşağılayan herkes benim gözümde kâfirdir.
Kâfirler hep olacak, hiç bitmeyecek.
Çünkü Allah, şeytanla mühleti kıyamete kadar sürecek bir sözleşme yaptı.
O sözleşme bir kenarda dursun ben bugün Müslümanların Kâbe’ye ne kadar layık olduğunu irdeleyeceğim.
Bir zaman önce whatsapp grubumuzda arkadaşlarımdan biri bir fotoğraf paylaşmıştı.
Fotoğrafta şeytan taşlamaya giden bir hacı adayı var.
Adamın üzerindeki ihram, dizinin üzerinde ve kaba etleri meydanda, omuzlarının üzerindeki parça ise askılı kadın elbisesi gibi dolanmıştı.
Fotoğrafın üzerinde ise şöyle yazıyordu: Şeytan taşlamaya mı gidiyor, şeytanı baştan çıkarmaya mı?
Ben bunun fotoşop olduğunu, hiçbir hacının bu şekilde giyinmeyeceğini ayrıca böyle şeylerle alay etmenin hoş olmadığını söyleyince arkadaşım benim anlayışsız olduğumu, bunun sadece bir şaka olduğunu söyleyip, bozuldu.
Hâlbuki ikimizde Müslümandık ve aynı Allah’a ibadet ediyorduk.
Nasıl oluyordu da bir Müslüman, dini bir hassasiyetle böylesine kolay alay edebiliyordu anlayamadım.
Tesadüf bu ya geçenlerde Amerika’nın Irak’la savaşını anlatan (bence savaş iki taraflı olur, bildiğin işgali anlatıyordu da neyse) bir film izledim.
Filmde iki tane Amerikan ajan var. Biri diğerine diyor ki “ Falanca isimli adam bize yardım edecek.”
Öteki ajan “Müslüman değil mi?” diye sorunca aldığı cevap şu: “Evet, Müslüman ama parayı seviyor!”
Filmde buna benzer başka bir diyalogda Iraklı bir adamın gıyabında şöyle bir konuşma geçiyor: “Namaz kılıyor, Kur’an’a inanıyor yani dindar bir adam ama güzel kadınlara zaafı var. Biz işimizi böyle halledeceğiz.”
Film boyunca Müslümanların tembelliği, paraya ve kadına düşkünlüğü gözümüze sokuluyor.
Bunu bir kâfirin dilinden duymak insana ağır geliyor fakat maalesef doğru.
Müslüman olarak üretmek ne haddimize yiyip, içip, yatıyoruz!
Müslüman kadınların derdi tasası lüks, şatafat iken Müslüman erkekler para ve kadının zevkinde!
İlahiyat fakültesinde iken İslam hukuku dersinde öğrenmiştik: Bir mal taksitli de olsa, peşin de satılsa aynı fiyattan satılır. Taksitli satarken üzerine fiyat koyamazsın.
Sırf denemek için tanıdığım bir esnafa sordum: “Doğrudur, olabilir” diye cevap verdi.
“Siz nasıl yapıyorsunuz ?” dedim, üzerine fiyat koyuyormuş!
Bu arada bahsettiğim kişi kul hakkı vs. deyince mangalda kül bırakmayan bir adam.
Başkasının hatalarından bahsederken hepimiz Müslümanız Elhamdülillah.
Küçük bir sıkıntımız var sadece, biz bildiğin Müslümanlığın tacirleriyiz.
Başkasına satar ama kendimize almayız nedense.
Nitekim sen, ben, o Kâbe’ye dil uzatanlara sabahtan akşama kadar lanet edelim fakat gerçek mümin olmak deyince kendimize hiç toz kondurmayalım değil mi?
Bu adamlar bizim kutsalımıza saldırırken, onursuzca onur yürüyüşü yaparken Allah bize ne demek istiyor hiç sorgulamayalım değil mi?
Allah, şeytana kıyamete kadar mühlet verdi, kâfir elinden geleni ardına koymayacak da peki biz bu kâfirlerin karşısında Müslümanlığın hangi seviyesindeyiz acaba bir bilen var mı?