“Üniversiteye 34 yıl önce asistan olarak girdim. Öğrenciler yetiştirdim. İdarecilik yaptım. Zor zamanlar da oldu. Ama koca üniversitenin istisnasız tüm hocalarının istemediği bir rektörü atamak için öğrenciye, hocaya, üniversite itibarına yönelik böyle bir hoyratlığı, inadı görmedim.” Bu cümleler İstanbul Üsküdar Üniversitesi akademisyenlerinden Deniz Ülke Arıboğan’a ait. Kendisi aslında muhalif bir kimlik olmamakla birlikte bu cümleleri […]
“Üniversiteye 34 yıl önce asistan olarak girdim. Öğrenciler yetiştirdim. İdarecilik yaptım. Zor zamanlar da oldu.
Ama koca üniversitenin istisnasız tüm hocalarının istemediği bir rektörü atamak için öğrenciye, hocaya, üniversite itibarına yönelik böyle bir hoyratlığı, inadı görmedim.”
Bu cümleler İstanbul Üsküdar Üniversitesi akademisyenlerinden Deniz Ülke Arıboğan’a ait.
Kendisi aslında muhalif bir kimlik olmamakla birlikte bu cümleleri ile hedef göstererek ve suçlayarak kendi tanımının altının ne kadar boş olduğunu farkında değil bana kalırsa.
28 Şubat’ta öğrencinin seçme hakkını bir kenara bırakın, okulun bahçesine bile almayan yöneticilerin tavrını uzun uzun anlatmayacağım.
Zira o kadar çok söylendi ki bu, adeta klişe oldu.
Bunun dışında 16 yıllık eğitim hayatımda bir öğrencinin bir okul yahut üniversite yöneticisini seçtiğini ne gördüm ne de duydum.
İlla seçimle olsun deniyorsa üniversitenin akademisyenlerinden oluşan bir topluluk seçebilir ya da seçmelidir belki, kıstaslar nasıl belirleniyor bir fikre sahip değilim.
Fakat bu akademisyenlerin neye göre ve hangi ideolojiye göre yönetici seçecekleri ciddi ciddi sorgulanması gereken bir konu.
Zira yıl 2021 fakat hâlâ ama hâlâ fikir ve düşünce konusunda faşistlikten bir adım ileri gidebilmiş değiliz.
İdeoloji olarak uzun zaman önce mahallelere ayrılmışız ve bir diğer görüşe saygımız yok.
Ha şunu söyleyebilirim bugün çeşit çeşit hoşgörüsüz gruplara ayrılma sebebimizin temeli 28 Şubat’tan bile öncedir.
Fakat inançlı olup bunu hayatına, eğitimine yansıtmak isteyenlere zamanın hükümeti neler yaptı herkes biliyordur, bilmeyen de üç maymunu oynuyordur zaten.
Dolayısı ile bir üniversitede yönetici seçimle gelsin deniyorsa bunun sizden, bizden diye ayrımdan ziyade liyakate göre yapılması esastır.
Gelelim akademisyenlerden çok öğrencilerin aşırı tepkilerine.
Madem bu öğrenciler okudukları üniversitenin akademisyenlerinden daha fazla liyakat sahibi ve sağduyulular neden tepkileri vahşice ve neden polise saldırıyorlar?
Bizim zamanımızda bir öğrenci miting, toplu gösteri gibi alanlarda tutuklandıkları zaman üniversite ile ilişiğinin kesileceğini bilir bu yüzden öğrenci kimlik kartlarını saklarlardı.
Dolayısı ile bu öğrenciler gerçekten öğrenci mi, eğer öğrencilerse ve bu kadar görünür bir şekilde başkaldırıyorlarsa kime güveniyorlar?
Bu öğrenciler gerçekten ilim sahibi olmak için oradalarsa olan bitenden rahatsızlıklarını polise saldırarak yahut arbede çıkararak mı dile getiriyorlar?
Tüm bunların dışında bu öğrenciler yüksek puan alarak bu üniversiteye yerleşmişler.
Hiçbiri sınava kadın, erkek ya da lgbt+ olarak hazırlanmadı.
Bütün dertleri iyi bir üniversitede okumak değil miydi?
Peki, neden olanlardan rahatsızlıklarını lgbt+ olarak belirtiyorlar?
Oradaki kadın öğrencilerde kadınlar olarak mı eylem yapıyor yoksa?
Erkeklerde gruplaşmıştır belki ne dersiniz?
Alevi, Sünni, Şii, Türk, Kürt, Arap, Laz diye sahip oldukları etnik yahut dini kimliklerle öne çıkan var mı peki?
Böyle bir cahillik var mı Allah aşkına?
Neden bir insan rahatsızlık duyduğu bir konuyu, tercih ettiği cinsel kimlikle boykot eder?
Maslow’un ihtiyaç piramidinde yemek yeme, barınma ve cinsellik en altta yer alır.
Ne enteresandır ki hayvanlar içinde aynı ihtiyaçlar geçerlidir.
İnsan olarak bizi hayvani yani ilkel beyinden kurtaracak olan şey kendimizi gerçekleştirmemizdir.
Fakat Türkiye’nin seçilmiş öğrencileri diye anılan Boğaziçi üniversitesi öğrencileri neden kendilerini bulmak, ilim ve bilim öğrenmek için gittikleri üniversitede ilkel beyin dürtüsü ile cinsel kimlikle protesto yapıyorlar?
Yoksa mevzu gene rektör değildi de biz mi anlamadık?