Cüneyt Suavi’nin Ramazan’a dair çok tatlı bir hikâyesi vardır: Küçük bir çocuk “Ramazan geliyor” dediklerinde yıllar önce evden giden babasının geri döndüğünü zanneder. Babası onları terk etmiştir hâlbuki. Komşusu, küçük Ömer’in bu fikre nereden kapıldığını anlamak için Ömer’e bu haberi nereden aldığını sorar. Ömer ise onu elinden tutup camiye getirir ve mahyayı gösterir. Mahyada “Hoş […]
Cüneyt Suavi’nin Ramazan’a dair çok tatlı bir hikâyesi vardır:
Küçük bir çocuk “Ramazan geliyor” dediklerinde yıllar önce evden giden babasının geri döndüğünü zanneder.
Babası onları terk etmiştir hâlbuki.
Komşusu, küçük Ömer’in bu fikre nereden kapıldığını anlamak için Ömer’e bu haberi nereden aldığını sorar.
Ömer ise onu elinden tutup camiye getirir ve mahyayı gösterir.
Mahyada “Hoş geldin ey Ramazan” yazıyordur.
Ömer’in babasının adı Ramazan olduğu için, Ramazan’a dair duyduğu her şeyi babasının gelişi ile ilgili zannetmiştir.
Ne zaman bu öyküye denk gelsem içim bir hoş olur.
Ramazan ayı benim için çocukluğumdan beri hep sakinlik, sükûnet ve yavaşlık demekti.
Öyle ki herkes kendi hâlinde takılır, kimse kimseyle uzun uzun sohbetler yapmaz, tartışma vs. hiç olmazdı.
Geçtiğimiz cuma günü öğle tatilimde Heykel civarında dolaşıyordum.
Bir caminin önünden geçerken hocanın hutbe verdiğini duyunca yavaşlayıp, HUTBEYİ dinlemeye niyetlendim.
Hoca diyordu ki “Ramazan’da oruçlu iken fakiri, ihtiyaç sahibini daha iyi anlarız. Bu yüzden daha fazla sadaka vermeliyiz, yemeğimizi paylaşmalıyız… vs.vs.”
“Oruçlu iken fakiri daha iyi anlamalıyız.”
Yıllardır insanların diline pelesenk olmuştur aslında bu cümle.
Sanki orucun hakiki manası fakirleri anlamak içinmiş gibi sürekli bunun üzerinden Ramazan güzellemesi yapılır.
Tabii ki Ramazan’ın ruhunda paylaşma, bir araya gelme, fakiri gözetme vardır.
Fakat fakiri anlama, gözetme açıkta olan manasıdır.
Lâkin oruç tutmanın temeli tam olarak buna dayanmaz.
Orucun esas temeli insanın nefsini kırmak, yola getirmektir.
Bediüzzaman der ki “İnsan nefsi ilahlık iddia eder ve insan aç kaldığında nefsdeki kibir kırılır. Bu hayvani nefsi sadece açlık kırabilir.”
Hani Hz. Peygamber “Ramazan’da şeytanlar bağlanır.” der ya, ben bu sözü hep mecâzi algılarım.
Hacı Bektaş Veli’nin meşhur “Eline, beline, diline sahip ol” sözü tam olarak orucun ve bu
hadis’in anlatmak istediğini açıklar.
Zira oruçlu insan hırsızlık yapmaz, eliyle haram işlemez, zina etmez, harama bakmaz, gıybet etmez, boş konuşmaz, kavga etmez, yalan söyleyemez değil mi?
Zaten aç insan bunları yapacak hâlde de olmaz.
Hele ki Allah’a varmak ise niyeti, açlık hâlindeki ibadet ve zikri ile kalbi rikkati, manayı daha da içselleştirir.
Dolayısı ile şeytanları bağlanır, tek derdi Allah ve onun rızası olur.
Biz sabahtan akşama kadar iftarda ne yiyeceğimizi düşündüğümüz ve her öfkelendiğimizde orucu kalkan edip “Oruç başıma vurdu, sinirlendirme beni” diye bedeni açlığımıza yöneldiğimizden orucun manasını anlamamız ve hissetmemiz zor tabii.
Bu yüzden maalesef, sadece fakirleri anlamak üzerine oruç tuttuğumuzu zannediyor ve öyle anlatıyoruz.
Dilerim ki Allah, orucun manasını kavrayacak şekilde aç kaldığımız bir Ramazan geçirmeyi nasip etsin.
Âmin.