Muhteşem Gatsby’ikütüphanedegördüğümde ilkhissim kitaptan ziyade satır aralarındaZelda ile karşılaşma ihtimalimdi. Zelda; Scott Fitzgerald’ın biricik aşkı, eşi, hayat arkadaşı… Camille deyince Rodin, Ted Hughes deyince Sylvia , Diego deyince nasıl Frida diyorsak Scott deyince Zelda hemen beliriveriyor yanı başında… Birbirinden ayırt edilemeyecek şekilde iç içe girmiş hayatlar. Hangisini okusanız, hayatlarının gidişatına etki edenleri de okurken buluyorsunuz […]
Muhteşem Gatsby’ikütüphanedegördüğümde ilkhissim kitaptan ziyade satır aralarındaZelda ile karşılaşma ihtimalimdi.
Zelda; Scott Fitzgerald’ın biricik aşkı, eşi, hayat arkadaşı…
Camille deyince Rodin, Ted Hughes deyince Sylvia , Diego deyince nasıl Frida diyorsak Scott deyince Zelda hemen beliriveriyor yanı başında…
Birbirinden ayırt edilemeyecek şekilde iç içe girmiş hayatlar. Hangisini okusanız, hayatlarının gidişatına etki edenleri de okurken buluyorsunuz kendinizi. Scott’da tam olarak öyle…
Kitabı aldıktan sonra içini açmadan sadece arka kapağını okudum, sonra günlerce çantamda gezdirdim.
Hani Scott yazı yazarken Zelda’dan cümleler, günlüklerinden metinler yürütmüş ya(!), ben karşılaşacağım savaştan korktum galiba.
Nitekim sonunda okumaya karar verdim. Söylentilerin öyle etkisinde kalmıştım ki her satırda hangisi Zelda’dan acaba diye didikleyip durdum.
Muhteşem Gatsby’i okurken bir yandan kitap hakkında yazılanları da araştırınca benim düşüncelerimle örtüşen yerler gördüm.
Sınıfsal eleştiriler, zenginliğe dair düşkünlük ve soy ayrımcılığı.
Batıda bu sınıf ayrımcılığı ve faşizm bize göre daha baskın, daha göze batar bir şekilde olduğu için sanıyorum bilinçli kişilerin bunu sürekli filmlerde ve kitaplarda işlemesi normaldi.
Kırık bir aşk hikâyesi, ironiler, erkek ne yaparsa yapsın “ elinin kiri” diye yaklaşılması ama kadına aynı anlayışın gösterilmemesi gibi yer yer göze batmıyormuş gibi görünenleri ama satır aralarından el sallayanları da fark edebiliyorsunuz.
“Rich girls don’t marry with poor boys” cümlesi ise es geçilecek gibi değildir. “Zengin kızlar fakir erkeklerle evlenmez.”
Erkeğin kadının hâkimi olduğu bir dönemde, kadında kendisini bir çeşit eşya olarak görür ve kendine insan olarak değil maddi varlık olarak değer biçer.
Zira o dönemde erkeğin zengin olması bir statüdür. (Şimdi de olduğu gibi!) Kadının kendini bir birey olarak görmesinden ziyade birilerinin eşi olarak düşünmesi normal bir düşünce gibi gösterilir.
Söylenenlere göre gerçek yaşamlarında da Fitzgerald’ın Zelda’dan beklentisi budur.
Evine bakıp yemek yapmalı ve çocuk doğurmalıdır. Belki de bu yüzden Zelda’yı bir yazar olarak görmez ama ondan fazlasıyla esinlenir.
Zelda o dönemde ‘flapper” diye adlandırılan; sosyal olarak cemiyetin içinde, sigara içen, kısa saçlı özgür kadınların öncüsüdür ama aynı zamanda Scott’a deli gibi aşıktır.
Zelda’nın gerçekten kitaptaki Daisy gibi statü ve güç meraklısı mı, yoksa Scott’ın kendini ezik hissetmesi sebebiyle bütün bu söylentilerin ona atılmış bir iftira mı olduğunu öğrenmeyi çok isterdim.
Kitap hayli hüzünlü bitiyor. Tapar gibi sevilen bir kadın var bir de ona ulaşmak için her şeyi yapan bir erkek, geri planda ise statünün getirdiği şımarık, havai bir sosyete ortamı ve beyaz ırkın üstünlüğüne dair göndermeler…
Bir de gerçek dünya var. İlgiye aç, kıskanç bir kadın ve içten içe ona yetemediğini düşünen bir erkek.
Ben Zelda ve Scott’ a dair yaptığım tüm okumalara rağmen onlara hiç bu kadar yaklaştığımı hissetmemiştim.
Velhasıl Muhteşem Gatsby son zamanlarda karşılaştığım en iyi şeydi.