İnegöl Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Küresel Finans Sistemi, ABD, Avrupa Birliği ve Ortadoğu Perspektifinde Yükselen Güç Türkiye’ konulu panelde konuşan Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hüsamettin İnaç, “15 Temmuz iç işgal denemesidir. 11 Eylül olayı ise tamamen düzmecedir” dedi.
‘Küresel Finans Sistemi, ABD, Avrupa Birliği ve Ortadoğu Perspektifinde Yükselen Güç Türkiye’ konulu panelin konuşmacısı Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hüsamettin İnaç oldu.
Her insanın sosyolojik ve psikolojik olarak bir yere kendini ait hissetme gibi bir ihtiyacı olduğunu ifade eden İnanç, “Kimlik dediğimiz şey buradan doğuyor. Siz kimsiniz diye sorduğumuz zaman bir insan soyunu, kökünü, ailesini, hangi partiye oy verdiğini, hangi sendikaya bağlı olduğunu, hangi kurumda okuduğunu belirlerken, bir taraftan kendisiyle benzeşenleri bir gruba alıyor. Bunlara kendi kimliğim deniliyor. Ama öbür tarafta kendisiyle zıt olanları farklı bir kümeye koyuyor. Bugün aslında dünyamızın yaşadığı temel problem de bu farklılıklardan kaynaklanıyor. Eğer siz kendinizi tanımlarken ötekiyle birlikte yaşayabilecek bir şekilde ince bir çizgi çizerseniz yaşayabiliyorsunuz. Ama provakatif ve kalın bir çizgi çizerseniz, ötekini yok etmek, savaşmak ve rekabet etmek mecburiyetinde hissediyorsunuz. Dolayısıyla bugün yaşadığımız temel sorunlar dışlayıcı kimlikten dolayı oluyor. Bugün maalesef dünyaya baktığımız zaman her şeyin bu kimlik siyaseti üzerinden gerçekleştiğini görüyoruz” dedi.
Dekan İnaç, “Bugün etnik, dini, mezhepsel, bölgesel ayrımlar var. Türkiye açısından baktığımızda dünya üçüncü kez kuruluyor. 1815 senesi Viyana Kongresi meternik düzeni dediğimiz bir düzen var. O düzen içerisinde Türkiye o günkü Osmanlı, Avrupa’nın hasta adamı olarak denklemin dışında tutulmuş. 100 yıl sonrasında geliyoruz, 1916 yılında Sykes-Picot Anlaşması var. Osmanlı’nın paylaşılması problemi olarak karşımıza çıkıyor ve maalesef Ortadoğu bir daha dönmemek üzere elimizden alındığı gibi Balkanlar ve Kafkasya coğrafyaları da bizim aleyhimize problemler üretecek bir şekilde dizayn edilip, Türkiye Anadolu’ya sığdırılmaya çalışılıyor. Sonra aradan 100 yıl geçiyor. Bugün geldiğimiz noktaya bakıyoruz ki, bugün artık dünya yeniden tanzim ediliyor. Kartlar yeniden ortaya konuluyor. Ama kartlar yeniden konulurken, Türkiye farklı bir noktada. Neden? Türkiye bugüne kadar bir politika izledi. Bekle ve gör politikası. Bizim müttefiklerimiz var. Başta ABD, İsrail, Avrupa Birliği var. Uluslararası bir olay oluyor. Mesela Saddam Kuveyt’i işgal etti. Türkiye ne yapıyor, bekliyor. Neyi bekliyor? ABD acaba nasıl bir pozisyon alacak, İsrail ne diyecek? Onların belirlediği politikalara göre biz kendi siyasetimizi belirliyorduk. Dolayısıyla Türkiye ister istemez bu güçler dengesi prensibinden hareketle kendi ulusal çıkarlarını korumak yerine müttefiklerinin çıkarları çerçevesinde kendine bir yer bulmaya çalışıyordu. Dolayısıyla bu yapı Türkiye’yi bir noktaya götürmedi” dedi.
Türkiye’nin bir kimlik arayışında olduğunu belirten İnaç, “Artık kendisini farklı bir dünyada görüyor. Kendisini bölgesel güç olarak görüyor. Eğer bugün Ortadoğu yeniden dizayn edilecekse bu dizaynı yapacak benim. Hiç kimse benim aleyhime ve benim güvenliğimi tüketecek bir şekilde Ortadoğu’yu yeniden dizayn edemez. Bu ABD, Rusya da, İran da, Avrupa da olsa ben onun karşısında dik dururum. Cumhurbaşkanımız öyle hitap ediyor, ‘Dikleşmedik, dik durduk’ diyor. Şimdi dik durma mücadelesi var. İşte biz onun içindir ki bugün hiç olmadığı kadar Batılı müttefikimiz, dostumuz dediğimiz ülkelerle, ABD ile ciddi bir karşı karşıya kalma durumundayız. Belki dış politikada yalnızlaştırılıyoruz. Bu terör faaliyetlerinin artmasında da Türkiye’yi yıldırma politikaları var. Yani 15 Temmuz bence iç işgal denemesidir. Türkiye’ye deniyor ki, ‘Ya sen Suriye’den çıkacaksın ve aynı zamanda ABD ile ittifak statüsünde olan ülkeler gibi ABD çıkarları için çalışacaksın ya da ben senin ülkeni istikrarsızlaştıracağım. Gerekirse terörü kullanacağım. Gerekirse ekonomiyi kullanacağım. Gerekirse provakatif eylemler yapacağım. Mesela Gezi Parkı olayları. Ukrayna’da, Macaristan’da, Gürcistan’da yaptığı gibi” diye konuştu.
Dekan İnaç, “Türkiye son dönemde öyle büyük badireler yaşadı ki. Şunu hatırlamak gerekiyor, 1990-1991 yıllarında Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle bölgeye ABD yerleşmeye başladı. Asıl yerleşmesi 11 Eylül 2001’den sonra oldu. 11 Eylül olayının bugün tamamen düzmece olduğunu görüyoruz. Çünkü CIA 1995’te ‘2015 yılında küresel eğilimler’ adında bir rapor yayınladı. Dedi ki, 2015 senesine geldiğimiz zaman dünyanın yer altı ve yer üstü kaynaklarının yüzde 85’i halkı Müslüman ülkelerin eline geçecek. Dolayısıyla bizim şimdiden bir tedbir almamız lazım. Peki teklif neydi? 11 Eylül olayları. 11 tane Suudi Arabistanlı genç, ABD’nin çeşitli eyaletlerinde uçuş dersleri alıyorlar ve dünyada daha önce hiç görülmemiş bir şekilde bir uçağı kamikaze olarak kullanıp, Dünya Ticaret Örgütünün binalarına çarparak aşağıya indirmek niyetindeler. Daha sonra ortaya çıkıyor ki bu ABD hükümeti tarafından biliniyor ve o gün orada çalışması gereken 3 bin civarında Yahudi vatandaşın olmadığını görüyoruz. Bunu ben mühendislerle çok görüştüm. Bir uçağın bir çelik konstrüksiyona çarpması durumunda parçaların dağılması gerekiyor. Ama biz o binanın tamamen yere doğru çöktüğünü görüyoruz. Dolayısıyla mühendisler diyorlar ki burada dinamitler vardı. Öyle dinamitler ki, bunlar sensörlerle ayarlanmış, birkaç saniye içerisinde birbirini tetikleyen bir sistem kurulmuş. Uçakta bu ivmeyi kazandıran etki olarak ortaya çıkmış. Dolayısıyla o binalar çökmüş. Aslında olay bundan sonra başlıyor. Yani 2001’de bu olay yaşandıktan sonra artık İslamafobi dediğimiz İslam’ın doğmasından, yaşamasından, yayılmasından doğan bir korku artık ABD başta olmak üzere Batı’yı etkiler hale geliyor. İşte kimlik sorusunun cevabı burada gizli. Yani Batı İslam’ın kendi coğrafyasında yayılmasını istemiyor. Neden? Kendi kültürüne ve inancına güvenmiyor. Dolayısıyla böyle bir istilayı engellemek için İslam’ı kötü göstermek gerekiyor. Tabi olay bununla da bitmiyor. 2003-2004’te Ukrayna ve Gürcistan istikrarsızlaştırılıyor. 2010’un sonunda Arap dünyası istikrarsızlaştırılıyor ve arada Türkiye kalıyor. İşte 15 Temmuz itibariyle de Türk baharı diyebileceğimiz Türkiye’yi istikrarsızlaştırma çabaları ortaya çıkıyor. 2000’lerin başından itibaren artık dünya siyaseti kimlikler üzerinden kurgulanıyor. Dış politika da bundan etkileniyor. Çünkü günümüzde iç politikayla dış politika arasında hiçbir ayrım yok. Dolayısıyla biz kimliğimiz üzerinden yargılanarak bugün bu yaşadığımız çelişkiler, çatışmalar, yüz yüze gelmeler içerisinde yaşamak durumunda kalıyoruz” şeklinde konuştu.