İmam Hatip Mezunları ve Mensupları Derneği (İHMED), İlim Yayma Cemiyeti İnegöl Şubesi, Yedi Hilal Derneği İnegöl Şubesi, İmam Hatip Okulları Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER) İnegöl Şubesi ile Ensar Vakfı İnegöl Şubesi tarafından düzenlenen “Tanıkları ile 28 Şubat Zulmü” İnegöllü vatandaşlardan konulu konferans büyük ilgi gördü. Programda açıklamalarda bulunan İmam Hatip öğretmeni Vahide Coşkun, “Hüzünlü 28 Şubat konuşmalarını dinlemek istemiyorum. Geçmiş 15 yıl içinde her yıl hüzünle dinl
Geçtiğimiz Pazartesi akşamı saat 20.30’da Sani Konukoğlu Konferans Salonu’nda düzenlenen programa; Belediye Başkanı Alinur Aktaş, İNGAZ Müdürü Faruk Coşkun, İlim Yayma Cemiyeti İnegöl Temsilcisi Sakin Baytekin, Ensar Vakfı İlçe Başkanı Fatih Bayram, Ateş Karıncaları Derneği yönetimi, STK temsilcileri, kurum ve kuruluş temsilcileri ile çok sayıda vatandaş katılım gösterdi.
İLK POSTMODERN DARBE
Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başlayan programın açılışında konuşan İHMED Başkanı Ahmet Taştan, “Bundan 20 yıl önce bu topraklarda tarihe kara leke olarak geçen son darbe, ilk postmodern darbe olarak anılan 28 Şubat zulmünü, o günlerde yapılanları İnegöl’de özelde eğitim camiasında dinleyeceğiz. Onlardan hatıralar dinleyeceğiz, başlarından geçenleri anlatacaklar fakat genel anlamda diğer konularda da yapılan zulüm ve yanlışlıkları anlatacak arkadaşlarımız var. İnşallah güzel bir programa imza atacağız” dedi.
Kısa bir selamlama konuşması yapmak için kürsüye çıkan Yedi Hilal Derneği Başkanı Faruk Coşkun ise, 28 Şubat sürecinde dile getirilen bir şiiri okudu. Coşkun daha sonra; “Biz şafağı saydık, sabrettik, dua ettik” diyerek programda emeği geçen herkese teşekkür etti.
“GENÇLERİN ÜZERİNDE REHAVET VAR”
İlim Yayma Cemiyeti İnegöl Temsilcisi Sakin Baytekin, “Geçmişteki hocalarımız surda öyle bir gedik açtılar ki o gediği doldurmak bugünkü gençlerimize düşüyor. Bazı acılar çekildi, bedeller ödendi, bu günlere gelindi ama görüyorum ki bu gençliğin üzerinde rehavet var. Bu rehavet sizi aldatmasın, düşman uyumaz. Sizin başına böyle bir şey gelirse yine üzülürüz. Abilerinizden bayrağı alıp taşıyacaksınız.”
GELECEĞİMİZ OLAN EVLATLARIMIZ İÇİN ÇALIŞIYORUZ
“İlim Yayma Cemiyeti, 68 gönül adamının başlattığı bir gönül hareketidir. 1951’den bugüne kadar devam eden bir vizyonun, misyonun sahibi. İlk şubesi de İnegöl’de ağabeylerimiz tarafından açılmış ve İnegöl’e 1952’den beri hizmet veren bir kurumdur. Çoğu Allah’ın rahmetine kavuştu, birkaç tane sağ kaldı, bizler de bayrağı onlardan alıp yeni nesle aktarmak için görev aldık. İlim Yayma Cemiyeti, İnegöl’de vizyonu gençlik, misyonu edeplilik, vatanına, milletine, bayrağına sahip çıkacak bir gençlik yetiştirmektir. İlim Yayma Cemiyeti olarak 1 üniversite, 1 ortaöğretim kız, 1 ortaöğretim erkek yurdumuz ve konağımızla hizmet vermeye çalışıyoruz. Üniversiteli gençlerimizi kötü niyetli insanların şerlerinden, nefislerinin şerlerinden koruyabilmek için çeşitli aktivitelerle onları kendi öz benliklerinde tutmaya çalışıyoruz. Eğer biz bir şeyler katabilirsek başımızın üzerine koyalım ama bize teslim edilen evlatları leke sürmeden geri teslim edebilirsek bu bile bizim için şereftir. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki gençliği avucumuzun içinde tutmak çok zor. Onlar için bir takım programlar düzenleyerek dinini, vatanını aşılayabilirsek ne ala bize…” şeklinde konuştu.
6 MİLYON İNSANIN FİŞLENDİĞİ BİR SÜREÇ
Ensar Vakfı İlçe Şubesi Başkanı Fatih Bayram, “Bu milletin evlatları Çanakkale’de 40 düvele karşı, Kut’ül Amare’de İngilizlere karşı, İzmir’de yunan gâvurunu denize dökerek, 1961, 80, 97 ve en son 15 Temmuz’da kalkışılan darbeye karşı Allah’ın izni ile tankların üstüne çıkarak aziz Türk milletinin cesaretini ve onurunu göstermiştir. Biz 28 Şubat ve daha önceki süreçlerde bu camianın içerisindeydik. 6 milyon insanın fişlendiği, 64 memurun işten uzaklaşma kararı alınarak tamamlanamadığı, kıdem ve sicillerin yerle yeksan edildiği bir süreçtir. Süreçte vakfımızı kapatmaya kalktılar. Devletin mührü olmadan vakfımızı kapattılar. Gittik kilidi kırdık. Cebren ve hile ile her kalesi işgale kalkışılan bir ülkede geri adım atmamız mümkün olmaz. İçeride hala 550 küsur 28 Şubat’tan tutuklanan insanımız var. Bunlar yeniden değerlendirilmeli. 28 Şubat sürecinden dolayı insanları ağlatanlar içeride yatıyor mu? Dünyada olan savaşların, zulümlerin, yetimlerin, öldürülen çocukların son bulması için bilge bir kişiye sormuşlar; bu kötü gidişatın değişmesini daha ne kadar bekleyeceğiz? Bilge cevap vermiş; eğer beklerseniz hiçbir zaman değişmeyecek” diye konuştu.
ARTIK 28 ŞUBAT’TA HÜZÜNLENMEK İSTEMİYORUM
Sürecin tanıkları arasında yer alan İmam Hatip öğretmeni Vahide Coşkun, “Hüzünlü 28 Şubat konuşmalarını dinlemek istemiyorum. Geçmiş 15 yıl içinde her yıl hüzünle dinledik, anma programları oldu. Artık bu programlarda hüzünlenmek istemiyorum. O zaman bir enkaz düştü, o enkazın altında kaldık. Geçen yıllar içinde enkazın altından çıktık, yaralarımızı tamir ettik. Şuan öğrencilerimizle baş başayız. Bu bizim için her şeye değer. Artık üzülmeyelim, geleceğimiz çok parlak görünüyor. İnşallah daha güzel gençler yetiştireceğiz. O günleri atlattık. Her insanın açılmasını istemediği konuları vardır. Bu konu benim için üzerinde konuşmak istemediğim bir konu ama gençlerimiz bu konuyu bilmiyorlar, fikirleri yok. Onlara hatırlatıp kendimize de o günleri hatırlayarak bu günlerin kıymetini bilmemiz gerektiğini düşündüğümüz için bu gecelerin var olmasını istiyorum.”
“28 Şubat bizim için bir sonuçtu, infilaktı ama 28 Şubat’ın öncesinde yaşanan hazımsızlıklar sonrasında patlayan bir olaydı. Ben ilkokula kaydolurken babam başıma örtüyü koydu; imam hatip ilkokuluna gidiyorsun ona göre kendini hazırla dedi. Öğretmenlerime imam hatibe gideceğimi söylediğimde ‘sen başarılı bir öğrencisin, ne işin var orada’ dediler. Daha sonrasında da bu söylemlere maruz kaldım; ‘cenaze mi yıkayacaksınız?’ dediler. Üniversiteyi de bu şekilde geçtikten sonra atama olduktan sonra tüm öğretmenler gibi ‘Türk bayrağının olduğu her yerde çalışmak istiyorum’ heyecanı ile Eşrefpaşa Lisesi’ne atamam çıktı. Okula gittim, karşılandım. İlk karşılamamızda hiçbir sıkıntı yoktu, ortamın iyi olduğunu düşündük. Ders programımızdan sonra sınıfa giderken bütün idareciler beni sınıfın önünde beklediler. Kafamı uzatıp sınıfa bakmama fırsat vermediler. Sınıfa giremeyeceğim söylendi. İndim aşağı, öğretmenler odasında bekledim. 2. gün geldiğinde okulun kapısından bu şekilde giremeyeceğim söylendi, 3. gün okul bahçesine bu şekilde giremeyeceğim ifade edildi. Böyle bir tercihi düşünemedik, mecburen ‘Tamam’ dedik. O gün okuldan ayrılırken arkama bakmadım, dönemeyeceğimi bilerek o bahçeden ayrıldım. O gün bir ant içtim, o gün öğretmenlik beni terk etti ama öğretmenliğimi asla terk etmeyeceğim sözünü verdim kendime… Bu bizim için bir motivasyon oldu. Oturup hayıflanmadık, aynı derdi paylaşan arkadaşlarımızla bir araya gelerek çeşitli programlar yaptık, tepkiler gösterdik ama biz biliyorduk ki onlardan bir sonuç çıkmayacaktı. En azından kendimizi ifade etmek istedik. Biz kimseye zarar vermek istemiyoruz, sadece meslek erbabının mesleğini hakkıyla yapabilmesini istedik, bunu ifade etmeye çalıştık. Tüm eylemlerimizde bırakın etrafa zarar vermeyi karıncayı bile incitmedik, insanlara bunu gösterdik. Okuldan ayrıldıktan sonra ailemin yanına gittim, tüm öğretmenlik birikimimi çocuklarıma aktarma düşüncesine girdim. Kendi sınıfımızı kurmaya çalıştık. Branşım biyoloji idi ama öğretmenliği dini alanda da kullanmaya çalıştık. O aralarda önce çocuklarımızla bir ev okulu oluşturduk, belirli şeyler yapmaya çalıştık. İnegöl’e geldikten sonra tefsir ve sohbet ortamları kurduk. Bu şekilde yıllarımızı geçirirken hayıflanmaya gerek yoktu, bu bizim kaderimizdi. Allah izin vermeseydi onlar bize bu zulmü yapamazlardı. Bu bizim kaderimizde vardı. İmam Hatip Lisesi öğrencileri ile Cuma programı yapıyorduk. ‘Allah’ım, ben para pul istemiyorum, şu çocuklarla haftada birkaç gün bir arada bulunabileceğim bir fırsat istiyorum’ diye dua ettikten birkaç hafta sonra ücretli öğretmenlik teklifi aldım. Okula koşa koşa gittim, bu benim için bir milattı. 97 yılındaki olaydan sonra bir milat daha yaşadım böylece… Biz o geçen zamanı unuttuk. Öğretmenliğimin 4. yılındayım, yaşıt öğretmen arkadaşlarım emekliliğe hazırlanıyorlar. Gençlerimiz bugünlerin kıymetini bilsinler. Biz bu ortamı yaşamayı bilmezsek Rabbim elimizden alabilir” şeklinde konuştu.
İmam Hatip Meslek Dersi öğretmenlerinden Kerime Çiçekfidan, “1991 yılında eşimin görev sebebi ile İnegöl’e geldim. Garajdan indiğimizde bir Temmuz günüydü. Biz birbirimize baktık, üşüdük dedik. Meğer üşüyeceğimiz ne 28 Şubat’lar, ne Temmuz’lar varmış. Bizler bayramları, düşünleri başka vesileleri dostluğumuzu paylaşmak, kardeşliğimizi hatırlamak için vesile kılarız. Bu akşam farklı şeyleri konuşmak için de bir aradayız. İnegöl’e geldiğim zaman henüz öğretmen değildim. Ağrı Doğubeyazıt’a atamam çıktı. O zaman eşimi İnegöl’e, oğlumu Bursa’ya emanet edip oraya gittim. Haftasonu bile eşinden, ailesinden ayrılmamış bir genç kadın olarak orada bir Allah bir ben kaldım. 1 yılımı orada doldurarak İnegöl’e tayinimi aldım. 28 Şubat 1997 yılı geldiğinde henüz bu olaylar başlamadan ayak seslerini duymaya başlamıştık. İnanamıyorduk. Yaşayacaklarımız rüya gibi geliyordu. Bu zulmü yaşayacak mıyız diye inanamıyorduk. Bir gün muavin arkadaşımız bayanları topladı, Ankara’dan misafirimiz gelecek ve bize bilgilendirme yapacak diye öğrendik. Bizleri bir odaya topladılar. Yaşlı bir bey içeri girerek; ‘Arkadaşlar, şuanda size yasadışı bir bilgilendirme vereceğim. Aslında suç işliyorum’ dedi. Başmüfettişmiş. ‘Sevgili kardeşlerim, başörtüsü problemi yaşayacaksınız, önce bunu sizler yaşayacaksınız sonra bu öğrencilere aktarılacak. Kararınızı verin, önleminiz neyse onu alın’ dedi. Müfettiş bey bunları anlatırken yüreğim yandı. Ortada henüz bir şey yok ama biri Ankara’dan gelip bizi bilgilendiriyordu. Genç arkadaşlarımızın biri evliyim işi bırakırım, biri sevdiğim var kaçarım, biri zaten öğretmenliği sevmiyorum diyerek kendilerine göre bir şeyler dediler. Ben okulumu bırakamazdım, bir saniye dahi bunu düşünmedim. ‘Ben ne yaparım acaba?’ diye düşünmedim. Ben her halükârda o okula gelecektim ama bunları düşünürken gözyaşlarımı tutamadım. Başmüfettiş bana bir kâğıt bırakmış, demiş ki; ‘Ben bütün samimiyetimle bilgilendirmeye çalıştım, beni kimse ciddiye almadı. Kimse inanamadı. Bir tane hoca hanım ağladı. O kimse bu kâğıdı ona ulaştırın, hocam beni arasın.’ O kadar zor şartlarda okudum ki, ilkokula gitmemiş bir babanın evladıyım, köyümüzde okumuş insan hiç yoktu. Ben bu işi bırakırım, geri safta beklerim diye düşünmedim, ne olacaksa olacaktı. Adresi alıp cebime koydum. Çok kısa süre içerisinde müdürümüz bizi topladı, ‘Pazartesi günü okulumuza uygun şekilde geleceksiniz, artık kararınızı verin’ dedi. Eve gittim, 6 yaşında oğlum ve bebek kızım vardı. Durumu eşime anlattım. Eşim; ‘verdiğin her kararın arkasındayım’ dedi. Pazartesi günü sofrayı kurduk, yiyeceklerimizi hazırladık, ne ben ne eşim ne çocuğum bir lokma bir şey yiyemedik, hepimiz ağlıyorduk. Okulu bırakmayacaktım. Başımı açacak mıyım? Asla… Ne yapacağım? Bilmiyorum. Hepimiz sessizce ağlıyorduk. Oğlum bana dönüp dedi ki; ‘Senin bu gözyaşların bizi yönetenlerle mi alakalı?’ Onunla göz hizasına geldim, omuzlarını tutarak ‘Evet anneciğim, bu gözyaşlarım bizi yönetenlerle alakalı, bu bizim seçimimiz değil yoksa ben okula güneşe göz kırparak giden bir öğretmenim.’ Döndü bana dedi ki; ‘Madem ben okuyayım da büyük adam olayım.’ ‘Şuan bu toplumda kendini büyük zanneden nice cüceler var, ben seni büyük adam olasın, devlerle yarışasın diye dünyaya getirdim’ dedim. Okula geldim. Ne olacaksa olacaktı. İçeriye girdiğimizde askerler, polisler, milli eğitim… Herkes oradaydı. Başörtüsü ne birinin diktesi ile örtülecek ne de bir dikte ile açılacak bir şeydir. La ilahe illallah diyen herkesin hakkıdır. İlerleyen süreçte İmam Hatip’te tek kaldım. Aynı okulda 24 yıl devam etmek çok az arkadaşımıza nasip olmuştur. Genç öğretmenler bunun farkında değiller. Rabbim bu günlerimizin kıymetini bilmeyi nasip etsin. Şerden hayır çıktı” diye konuştu.
Başkanı Alinur Aktaş, “Ben direk 28 Şubat mağduru değilim. 28 Şubat’ı sadece bir başörtüsü mağduriyeti veya İmam Hatip liselerine engel çıkarmak diye algılarsak çok ciddi yanlışın içerisine düşeriz. 28 Şubat, bir sürecin bir sürecin, hızla ilerleyen Türkiye’nin önüne vurulmuş bir settir. 28 Şubat’ın baş mağduru Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın ölüm yıldönümünü yaşıyoruz. 26 Şubat’ta, 28 Şubat ile alakalı okuduğu şiir nedeniyle cezaevine alınmış Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın doğum günü… 28 Şubat’ta o rezilliğin yaşandığı bir gün. Onun bir rezillik olduğunu şimdi çok daha iyi anlayabiliyoruz. Rahmetli Erbakan hoca başbakandı, Tansu Çiller Dışişleri Bakanı’ydı, 28 Şubat’ta MGK toplandı ve irticaya karşı ordu ve bürokrasi merkezli bir süreç başladı, sonrasında her şey ortaya dökülmeye başladı. Yaşanan mağduriyetleri, din ve diyanetle yakınından alakası olmayan bir sürü yerde yaşanan süreçler. O dönemde memuriyeti bitenler, öğretmenlikten ayrılanlarla ilgili birçok anı dinledik. Çoluğuna çocuğuna ekmek götüremediği için mağdur olanlar var… Bugün 28 Şubat ile alakalı o süreçle ilgili engellerin hiçbirisi kalmadı. Olay bitti mi? Aslında 28 Şubat’tan sonra da 28 Şubatlar yaşadık. 2007’de Cumhurbaşkanlığı ile ilgili yaşanan süreç. Akabinde parti kapatma süreci. 17-25 Aralık süreci de 28 Şubat’ın farklı bir girişim süreciydi ve 15 Temmuz da bu gibi bir süreçti. 28 Şubat süreci ve o süreçle alakalı girişimler dün de oldu bugün de oluyor bundan sonra da dönem dönem farklı şekillerle yapılmaya çalışılacak. 28 Şubat, Türkiye’deki tüm meslek liselerinin kalitesine engel oldu. 28 Şubat 1997’de oldu. 90’lı yıllardan sonra İmam Hatiplerde kalite ciddi şekilde düşmeye başladı. 1997’den 2012’ye kadar süren mağduriyet hasretle bizi sürükledi ve 2012’den sonra böyle bir şey kalmadı. Şuan bir sürü İmam Hatip okulumuz var. Bunların fiziki varlıkları yeterli mi? Tabi ki hayır. Bunları sadece nicelik olarak değil nitelik olarak da değerlendirmemiz lazım. Kaliteli insan yetiştirip Türkiye’nin yakın geleceğine hazırlamak 28 Şubat süreci kadar önemlidir.”
“Belediye Başkanı sürgün yemiş diyorlar. Ben seçilmiş İnegöl Belediye Başkanıyım, böyle bir şey olmaz. Türkiye’de 60 civarında belediye kayyuma alındı. Türkiye çapında 35-40 belediye başkanı bununla alakalı görevlendirildi. Doğubeyazıt 80 bin merkez, toplam 120 bin nüfusa sahip. Ben askerliğimi orada yaptım. Eşi Kur’an Kursu öğretmeni olan bir kardeşimiz orada Kaymakam… 20 sene önceki Doğubeyazıt gitmiş ortaya o kadar kötü bir Doğubeyazıt gelmiş ki… Çok kötü durumda. Orada bize koordinasyon görevi verildi ve Kaymakam kardeşimiz kayyum olarak atandı. Biz de kararname ile oradaki yapılacak çalışmaları denetliyoruz. İnegöl’den çeşitli gruplar oraya gidecekler. Cadde cadde geziyoruz. Şuan asker ve çevik kuvvet ile geziyoruz ama bunlar sadece tedbir amaçlı… Biliyorum ki orada kötü niyetli bazı insanlar hariç herkesin yüreği pırıl pırıl… Geçirilen bazı süreçler şehirde kötü algı oluşturmuş, onları bertaraf etmeye çalışıyoruz. Doğubeyazıt’ın İnegöl’den çok daha farklı özellikleri var. 15-20 yıl önce yılda 100 bin turist gelirken şimdi kimse gelmiyor. Bizim sanayimizde iyi üretim var ama iyi idarecilik olmazsa Doğubeyazıt’ın ne hale geldiğini görüyoruz. 28 Şubat’ta mağduriyetler vardı ama artık o süreçlerin hiç birisi yok. Fakat her şey yolunda değil. 28 Şubat’ı anlamak gerekir. O süreçte emek veren, sabahlara kadar sokaklarda bekleyenlerden Allah razı olsun. Bugün gelinen sürecin kıymetini bilip gerekli hamleleri yapmak gerekir” ifadelerini kullandı.
İmam Hatip Lisesi öğretmenlerinden Avdulvasih Duran ise, “Eskiden gençler çok konuşurlardı, dikkat etmezlerdi ama bugün çok ümitlendim. Gençlerin bu konuya hassasiyet göstermesi bizi ümitlendirdi. Bu akşam 28 Şubat’ı 20. yılında gömdüğümüz gecenin yıldönümü… O gün 28 Şubat bin yıl sürecek demişlerdi ama 20. yılında 28 Şubat’tan herhangi bir iz yok. ‘Onlar plan kurarlar, Allah da plan kurar. Allah plan kuranların en hayırlısıdır.’ Hiçbir şeyde Allah’ı hesaba katmadan bir işin içerisine girmeyin. Allah’ı hesaba katmadan kimse bir hareket içerisinde, bir fitne içerisine girmesin. Allah, bir tarafa bırakılan bir varlık değildir. Basit gibi görünen ama aslında çok anlamlı olan sözler vardır; yaşamayan bilmez, tatmayan bilmez, kelimelerin kifayetsiz kaldığı yer, sözün bittiği yer… Bu deyimlerin ne kadar anlamlı olduğunu bu gece görüyoruz. 28 Şubat’ı 2 şekilde ele alabiliriz. O güne gelinen şartlar ve o gün yaşadıklarımız ile o günden almamız gereken dersler… En önemlisi de budur. 28 Şubat’tan ne ders aldık? Bazı Müslüman kardeşlerimizin 28 Şubat acısını çektikleri halde bugünkü bazı tavırlarını anlayamıyoruz. Onların yanlış tavır içerisinde bulunmalarını da anlayamıyoruz. Az sayıdaki kardeşlerimiz 28 Şubat’ın anlamını kavrayamamışlardır. İstiklal mahkemesini yaşayamadık. Orada şöyle denirmiş; sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine karar verildi. Yani adam idam edildikten sonra şahitler dinlenecek. Dolayısı ile 28 Şubat aslında önceden planlanmıştı… Türkiye’nin önünü kesmek isteyenler bir oyun içerisine girdiler. Sonradan ispatlandı, o günün baş aktörü Ali Kalkancı meyhaneden alınan, sarhoş, içkici, ayyaş özel olarak eğitilip şeyh pozisyonuna sokuldu. Gazinodan, pavyondan alınan Fadime Şahin örtünerek bir mürit kılığına sokuldu. Şuanda ortada olmayan Aczmendi lideri Müslim Gündüz’ün evinde de bunlar kameraların canlı yayını şeklinde suçüstü yakalatılıp o günün hükümetini zor durumda bıraktılar. Biz İmam Hatip Lisesindeydik, 28 Şubat olmuştu. Nöbetçi öğrenci bir yazı getirdi, okuyan hoca sapsarı oldu. Yazıda şöyle diyordu; Pazartesi’den itibaren kız öğrenciler başları açık şekilde okula gelecekler… Hepimiz çöktük. Bazı anlar vardır, kanserli hastayı ziyaret edersiniz, gözleriniz yalan söylemez ama sözle birbirinizi teselli edersiniz. Öyle bir durumdaydık. Birbirimizin gözüne baktık. Pazartesi günü keşke gelmese… Müfettişler bizimle beraber tefsir dersimize giriyor; ‘Hocam kızların başını aç’ diyor. Siz söyleyin dediğimizde ‘Hayır, siz söyleyeceksiniz’ diyorlar. Bunlar bizim onurumuzu öldürmek istiyorlardı. Bizi kendi elimizle hiçleştirmek istiyorlardı. 10 yıl öğrencilere başınızı örtün ayetini okumuşumdur, o gün ‘Kızlar 10 yıldır sizlere yanlış şeyleri öğrettim, bugün başınızı açın’ diyeceğim öyle mi? Müfettişler adeta duvarların üstünden atlayarak içeriye giriyor, acaba öğretmen ve öğrencileri örtülü bulabilecek miyiz diyorlar. O gün televizyonu açmak istemiyorduk, her gün moral bozucu haberlerle karşılaşıyorduk. Ağzı kapatılan gençlerimiz… Peruk taktığı halde acaba peruk mu yoksa kendi öz saçı mı diye onu bile kontrol eden zalimleri unutmak mümkün değil… Ağlayarak gözleri kuruyan kardeşlerimizi biliyoruz. Örtüsü çekilirken ezilen kardeşlerimiz, okulu bırakan zeki öğrencilerimiz, azalan okul mevcudumuz… 1400 kişilik okulumuz 270 kişiye düştü. Üniversiteye girişin engellenmesi gibi konularla karşılaşıldı. Birçok ilçenin imam hatipleri kapatıldı. ‘Bu günlerin kıymetini bilelim’ ortak cümlemiz. Artık bu günün gençleri İmam Hatipleri kapatanlarla İmam Hatipleri açanları fark etmelidir. Bugün yeni anayasaya karşı insanları hayıra teşvik etmek için uydurulan yalanlardan bir tanesi de ‘Tayyip Erdoğan iyi de ondan sonra gelen kişiye bu yetkiler verilir mi?’ 28 Şubat’takiler bu yetkilere sahip olmadıkları halde alasını yaptılar. Başörtü yasası kanunen hukukta yoktu. Darbeler anayasaya uygun muydu? Bu günün kıymetini bilelim, birlik ve beraberlik içerisinde olalım. Haktan ayrılmayalım” açıklamalarında bulundu.
Son olarak kürsüye çıkan 1997 tarihinde İmam Hatip Lisesi idarecileri arasında yer alan Mehmet Tilge, “28 Şubat darbecileri kendilerini soğuk hava deposuna soktuklarının farkına varamadılar. Soğuk hava diyorum. Uyanık olmazsak oradan çıkarlar. Bu kardeşiniz en ağır mücadeleyi verdi. Öyle bir mücadele verdim… Bu duvardan düşen ilk taş ben olmam dedim. 28 Şubat’a nasıl gelindi? Olmalı mıydı? O kafalar nezdinde bu olmalıydı ve oldu. Neydi? 28 Şubat’tan önce kurulmuş hükümet dünyaya nizam veren, İslam âlemine nizam veren bir hükümetti. Onun lideri de Prof. Dr. Necmettin Erbakan, dünya âlimi ve dünyanın adaletinin bütün İslam ülkelerinde yerleşmesi için çalışan, İslam âleminin uyanışına vesile olmak için gecesini gündüzüne katan bir insandı. O adam gitmeliydi… İslam âlemi birer mezbahaya dönmeliydi, Müslümanlar koyun gibi kesilmeli, kan gövdeyi götürmeliydi. Buyurun siz bakın. Her gün ortalama 150 insan ölüyor. Çünkü o insan onları uyarıyordu. İslam âleminin bir araya gelmesi gerekiyordu. Şevki Yılmaz anlattı… Eften püften meseleler. Mesele başörtüsü değil… Bir şeyi yapmak için sebep göstereceksin. Esas önemli mesele ekonomik açıdan hem Türkiye hem İslam ülkelerinde bir canlanma vardı. Kâfirlerin ekonomisine dokunma ne yaparsan yap. Onların yemi kesiliyordu, sömürü düzenine son verilecekti. Sen misin bunu yapan dediler. Fadime Şahin Laleli’de bir pavyondan çıkaralım Müslüm Gündüz’ün evine götürülmüş. Bunların hepsi hikâye, uydurma şeyler. Nerede şimdi bunlar? Nerede Ali Kalkancı. Takmış başına sarığı ‘Hay hay’ diyor. Nerede Fadime Şahin? Tuzaklar güzel ayarlanıyor. Hakikaten çok kötü bir dönem yaşandı. Müslümanlar, mümin kardeşlerim, Allah rahmet eylesin onun yıldönümünü yaşıyoruz. O’ndan birisi bahsetse hemen horlanmaya çalışılıyor. Bugün varsan o’nun sayesinde varsın. TÜSİAD listeyi hazırlıyordu Bakanları onlar atıyordu. O adama kadar… Yarın akşam yıkılacak, yık. Kurulacak, kur. Al listeyi, filan adam filan bakan olacak… Devlet soyulacak… Müslüman nasıl olacak? Eli kirli, yakası pis, eşek üzerinde gezen… Arabaya binmeyecek. Köle olacak! Bu Müslümanı çok seviyorlardı. Müslüman dediğin öyle olacak diyorlardı. Neden? Arabaya o yavrular binecek. Tepeden bakacaklar… Kızılay’a, Sıhhiye’ye köylü kadınının girmesini yasak ettiler. Baldırı bacak gezen o kadınların görüntüsünü bozuyormuş… Köylü giremez! Niye? Fötrlü yavrular, Cumhuriyetin tosuncukları orada… Köylüler onların görüntülerini bozuyor. Böyle dönemler yaşandı. Biraz uyanışın ardından 28 Şubat başlatıldı. İşlerine gelmedi. Allah’ın da bir hesabı olduğunu unuttular. Fadime Şahin orada rezillik işliyor, tüm Türkiye’deki Müslümanlar onun rezaletine hesap veriyor. Böyle bir şey görülmüş mü? Esas 28 Şubat’ta İmam Hatip Lisesi’nde kız bölümünde idareciydim. İçeride bizi yakmaya çalışırken velilerimiz bu cehennem zebanilerine odun attırmamaya çalışıyorlardı. Bir yazı geldi; kızların kafası açılacak… Düşündüm. Fazla derin düşünmeye gerek yok. Ben bunu gidip sınıflarda öğrencilerime imzalatayım dedim. Bundan sonra derslere başı açık girmeniz isteniyor, şuraya imzanızı atın ama açarsanız hakkımı helal etmem, açmayacaksınız. Bir nebze bunu uygularsın, kimsin sen bana yazı gönderiyorsun diyemezsin ama müfettişlere bunu dedim. Ondan sonra müfettişler geldi, ‘hocam ne olur’ dendi. Hiçbir şey olmaz. Testten geçiyoruz. Bursa pilot bölge olarak seçilmişti. ‘İnegöl’de başarılı olursak bu iş tamam’ dediler. Öğretmenlerim sordular ‘hocam biz ne yapacağız?’ Hiçbir şey olmayacak, direnişe devam. Esir düşmeyeceğiz, vuruşa vuruşa öleceğiz. Esir düştükten sonra başımıza nelerin geleceğini bilemeyiz. Orada 2 müfettiş gelip paldır küldür içeri girdiler. ‘Ne bu rezalet… Size yazı gelmedi mi?’ dediler. Makama böyle mi girilir? Ben bu makamda öğrencilerimin başını açmak için oturmuyorum, bu makama bunun için gelmedim. ‘Sen suç işleyip devlete karşı geliyorsun’ dediler. Ben suç işlemiyorum, devletimi seviyorum. Var mı Kur’an-ı Kerim’de böyle bir şey, ben kâfir olamam… Ben yok dersem kâfir olurum. Birisi de derse o da kâfir olur. Kiminle dans ettiklerinin farkında değiller. Allah; ‘Yeryüzünde yaşayan her canlının rızkı bana aittir’ der. Kendisine küfredene rızk veriyor, ‘sen kimsin’ dese ‘seni tanımıyorum’ dese de Allah ona rızk veriyor. Ama hesabı ayrı bir olay. Müfettişten mi korkacaktık? Allah’tan başka rızk veren yoktur. Buna inandın mı iş biter. Bu devletin talim terbiye denilen bir kurumu var, kitaplar buraya gidip inceleniyor. Siyer, fıkıh, Kur’an-ı Kerim, hadis, akait ve meslek dersleriyle ilgili kitaplar… Bunlar nereden geçiyor? Talim terbiyeden geçiyor. Talim terbiye Milli Eğitim Bakanlığına bağlı. O diyor ki; şu kanuna göre bunların okutulmasında sakınca yoktur. Biz de o kitapları okutuyoruz. Okutunca bizim çocuklar böyle oluyorlar. Biz böyle şeylerden korkmadık… Ayakkabımızın düzenini bozsalar da ayağımızı ezemediler. Çok şeyler değişti. O günler hatırlanacak şeyler değiller. Sıkıntılı dönemler geçti. Şimdi İmam Hatip Liselerinin sayısı arttı. Bugünümüzün kıymetini bilmeliyiz” ifadelerini kullandı.